28 Aralık 2011 Çarşamba

İlk hayal kırıklığı...

 
Hayatını planlayarak yaşamaya alışmış insanların planlarında aksilik olması bir anda boşluğa düşmelerine sebep oluyor ya, işte onu yaşadım. Bildiğimiz, her ne kadar gebelik için çiftlerin bir yıl korunmasız ilişkiye girmeleri gerektiği olsa da, ilk ayda negatif test görmek beni mutsuz etmeye yetti.  Kocam bana göre her zamanki gibi daha sakin, “ilk ayda olmasını beklemiyordum zaten” diyerek konuyu kapattı.
 
Gün sayarak ovulasyonu tutturma fikrini tabi ki fertilizasyonu garantilemiyor ama nedense ben öyle bir fikre kapılmışım. Sanırım “olmak zorunda” diye kendi içimde yarattığım gerginliğin de bu durumda payı var. Hayatla ilgili planlarımı bir süreliğine kenara bıraktım, yeni gelişebilecek durumlara göre A, B, C… planlarım olsa da şu anda akışına bırakmak en iyisi gibi…

4 Aralık 2011 Pazar

Kadın olmak

Her yerde kadınların erkeklerle eşit olduğunun yüksek sesle söylendiği şu günlerde kadınlarla erkekler arasındaki fizyolojik farklılıkları anlamak önemli, özellikle hamile kalmayı planlarken kadın vücudunda olup biteni bilmek gerekiyor. Benim doktor olmamdaki itici güçlerden biri de bu “vücudumu bilme dürtüsü”ydü. “Bir gün hastalanırsam, vücudumda bir şeyler olması gerektiği gibi çalışmazsa ve bir grup insan kendi dillerinde, benim hakkımda, anlayamadığım şeyler söylemeye başlarsa kötü hissederim” diye düşündüğüm bir dönem yaşadım. Hastalıklı bir düşünce tarzı belki ama işe yaradı. Doktor olmak için motive etti beni.

Kadın fizyolojisi de okuldaki derslerde de ilgimi çekiyordu, menstrual siklus, gebelik, menapoz… Konuya hakim olunca ovulasyon dönemi ve gebelik haftasının hesaplanmasındaki o anlaşılması güç kayma, benim kafamı çok karıştırmadı. Bu ne demek; hangi gün gebe kaldığının bilen bir kadının kafasındaki gebelik haftasıyla doktorunun söylediği gebelik haftası arasındaki iki haftalık fark nerden kaynaklanır? Basitçe şöyle anlatılabilir; ortalama 28 gün süren siklusta 1. gün, regl kanamasının ilk günü olarak belirlenmiş, bu gün yeni bir folikül gelişmeye başlıyor, bu oluşma ihtimali olan bebeğin ilk günü kabul ediliyor, aslında henüz döllenme olmamış, ortada bir bebek yok ama eğer olursa onun gebelik yaşını son regl tarihine göre hesaplamak daha kolay olduğundan ve kesinlik sağladığından daha kabul edilebilir sayılıyor. Düzenli regl olan kadınlarda, 14. gün yumurtlama denilen folikülün overden atılması gerçekleşiyor ve bu gün gerçekleşen cinsel ilişki ile spermle karşılaşan yumurtadan bir embriyo oluşabiliyor. Yani ilk birleşme anında zaten 2 haftalık bir süre geçmiş oluyor. Döngünün tamamlanması ve reglinin geciktiğinin farkedilmesi için de siklusun tamamlanması gerektiğinden olası bir gebeliğin anlaşılması en erken 5. hafta da olabiliyor ve bu ilişkiden yaklaşık 3 hafta sonrasına denk geliyor. İki haftalık fark işte buradan çıkıyor.

Gebelik planlayan bir çok arkadaşıma siklusu ve bu olayları sık sık anlattığım için paylaşmak istedim. Çünkü en gerçekçi plan en fazla ayrıntının bilindiği zaman yapılabiliyor… Bu arada “gebe” kelimesini kaba ve halk ağzı bulan ve “hamile” denilmesi gerektiği için beni uyaran bir yakınıma selam çakıyorum; o dediğin asıl halk ağzı, bunun adı gebedir…


Menstrual Siklus
Bir ayda hangi değişimler yaşanıyor?

Hormonların etkisiyle üreme organlarının her ay geçirdiği değişikliğin tıbbi tanımı Menstrual siklus’tur. Bu değişiklikler hamilelik veya menstrual kanamayla sona erer. Siklusun ortalama süresi ise 28 gündür. Hamilelik gerçekleşmediyse kanamanın oluşmasıyla yeni bir siklus başlar.
1. gün: Kanamanın başladığı ilk gün, siklusun 1. Günü kabul ediliyor.
1-14 gün: Östrojen fazı olarak da adlandırılan bu dönemde beyindeki hipofiz bezinden FHS adı verilen bir hormon salgılanıyor, bu hormon yumurtalıklardan östrojen (kadınlık hormonu) üretimini uyarıyor.
2-5 gün: Rahmin iç tabakası dökülüyor ve kanama giderek azalıyor.
6. gün: Kanamanın bittiği bugün yumurtalıklarda folikül adı verilen kesecikle içinde yumurta gelişmeye başlar ve rahmin endometrium adı verilen iç tabakası giderek kalınlaşır.
7-12 gün: Yumurtayı içinde bulunduran kesecikler büyür ve östrojen üretimi devam eder.
13-14 gün: Bu günlerde ovulasyon (yumurtma) gerçekleşir. Bu dönemde cinsel ilişkide bulunulursa gebelik  gerçekleşebilir. Ovulasyon sırasında kasık ağrısı ve hafif bir kanama görülebilir, bu günlerde vücut ısısı artabilir.
15-18 gün: Yumurtalıklardan salınan yumurta, tüpler aracılığı ile rahme gelir. Bu arada östrojen düzeyi düşer ve yumurtalıklardan progesteron adı verilen hormon  salınmaya başlar.
19-20 gün: Rahim gebeliğe hazırdır. Premenstrual sendoroma ait yakınmalar bu dönemde başlar.
21-28 gün: Endometriumdaki bezler büyür ve kan damarları artar.

30 Kasım 2011 Çarşamba

İlk muayene

İlk jinekolojik muayenesi hamile olduğundan şüphelendiğinde yapılan birçok kadın var elbette ama önemli olan doğruyu bilmek ve uygulamak tabi ki. Rutin yıllık muayeneleri ve smear testlerini yaptırıyorken hamilelik gündeme geldiğinde bu konu için bir kadın doğum uzmanıyla görüşmek en doğrusu.  Ben hazırlıklı olarak gittim tabi bu muayeneye; kan sayımı, kan grubu, biyokimya, demir, ferritin, HbsAg, AntiHBs, Anti HCV, Anti HIV, Anti Toksoplazma  IgM, İgG,Anti  Rubella IgM, IgG,Anti  CMV IgM, IgG, TSH, FT4, FSH, LH, E2, Progesteron, PRL, folik asit ve Vit B12 sonuçlarım ile meme USG raporum elimdeydi. Genel bir muayene ile başlandı, US ile overlerimin ovulasyon kontrolü (yaşasın yumurtluyormuşum) yapıldıktan sonra zamanı gediği için servikal smear örneği alınarak tamamlandı. Planladığımız gebelik için 3 aydan önce folik asit takviyesi başlamam gerektiğinden verilen reçetemle ayrıldım. Çocuk sahibi olma yolunda benim için önemli bir basamak olan ilk muayeneyi tamamlamış olmanın verdiği mutluluk güzeldi. Bir aksilik olmazsa bir dahaki buluşma hamile olduğumda…



Gebelik öncesi muayene
 
Gebelik öncesi muayenede amaç var olan ve belki de bilinmeyen bir sorun varsa onu araştırmak ve kadının bedenen ve ruhen gebeliğe hazır olup olmadığına bakmaktır. Bu ilk muayenede önce dikkatli bir öykü alınır. Geçirilmiş önemli medikal problemler sorgulanır, kalp hastalığı, diyabet, karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı gibi kronik sistemik hastalıklar araştırılır. Bu hastalıkların varlığı hamileliğin anneye zarar vermesine neden olabileceği gibi bebeğin sağlıklı gelişimine engel olabilmesi açısından da önemlidir.
 
Sistemik hastalıklar gözden geçirildikten sonra sıra daha spesifik olan jinekolojik hastalıklara gelir. Myom, yumurtalık kisti, endometriozis gibi hamileliğe engel olabilecek durumların varlığına yönelik ipuçları aranır ya da daha önceden bu tür durumların varlığı tespit edilmiş ise uygulanan tedaviler ve sonuçları ile ilgili bilgi edinilir. Bazı jinekolojik hastalıklar ve enfeksiyonlar hamile kalmada güçlüğe ya da hamile kalındığında düşüklere neden olabildiğinden jinekolojik öykü son derece önemlidir.
 
Obstetrik öykü olarak adlandırılan ve daha önceden yaşanmış olan hamilelikler ile bunların sonuçları ile ilgili bilgiler de önemli ipuçları verebilir. Daha önce doğum yapıldıysa bebeklerin doğum haftaları, doğum kiloları, doğum şekli, eylem ve doğum sırasında yaşanan özellikler değerlendirilir. Eğer daha önceden tekrarlayan düşükler, sakat ya da ölü doğumlar varsa yeniden hamile kalmadan önce bunların nedenlerini araştırmak ve tedavi etmek gerekebilir.
 
İlk görüşmede akraba evliliği olup olmadığını ve ailelerde sakat doğum öyküsünü sorgulanmasının amacı genetik geçişli bir hastalık eğilimini araştırmaktır. Eğer şüphe var ise genetik danışmanlık ve genetik testler istenebilir. Görüşmenin bir başka amacı da anne-baba adayının yaşam ve beslenme alışkanlıklarının ortaya çıkarılmasıdır. Bu alışkanlıklar hamileliğe ve bebeğe zarar verebileceği için mutlaka sorgulanmalıdır. Sigara, alkol veya başka zararlı maddeler kullanılıyorsa tamamen kesilmeli ve bunlar bırakılmadan gebe kalınmamaya özen gösterilmelidir. Varsa alerjiler ve kullanılan ilaçlar da gözden geçirilir. Eğer gebelik planlanıyorsa en az 3 ay öncesinden folik asit başlamak gerekir.
 
Muayene
 
Öncelikle gerekliyse ve şüphe varsa sistemik muayene yapılır. Jinekolojik muayenede vajinal ve pelvik enfeksiyonlar araştırılır. Transvajinal ultrasonografi ile rahim ve yumurtalıkların durumu değerlendirilir. Myom, kist, endometrioma, doğuştan veya sonradan olan rahim ve yumurtalık problemleri araştırılır. Eğer daha önceden yapılmadıysa ya da yapılmış olsa bile üzerinden 1 yıldan fazla zaman geçmiş ise mutlaka smear testi yapılmalıdır. Muayenenin son aşaması boy, kilo ve tansiyon tespitinin yapılmasıdır.
 
Laboratuar incelemeleri
 
Antenatal -yani gebelik öncesi- şu testler istenir ;
Kan grupları (anne ve baba),
Tam kan sayımı ve tam idrar tahlili,
Hepatit B ,C, HIV, Toxoplazma, Rubella, CMV antikorları,
Karaciğer ve böbrek enzimleri,
Tiroid hormon ölçümleri...
Bazen hekimin şüphesi üzerine Prolaktin ve diğer hormonal tetkikleri istenebilir. Ayrıca kadının kan grubu Rh negatif, erkeğinki pozitif ise, anneden İndirekt Coombs (uyuşmazlık testi) istemek gerekebilir.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Planlarken...

Yaşadığımız şartlarda hayatımızın her anını planlamak durumunda olduğumuz için plansız bir bebek sahibi olmak şaşırtıcı olduğu kadar ürkütücü geliyor kulağa. Belki insan hayatında bir sürpriz kabul edilebilir ama benim için herhalde “kötü bir sürpriz” olur. Bu yüzden evliliğimizin ilk 5 yılında bu konuda “dikkatli” davranmak bizim için önemliydi. Bebek sahibi olmak için zamanlamayı çok önceden hesaplamış ve planlamıştık. Bu yüzden son ayları bu plana uygun olarak geçirdik. Çocuk sahibi olmadan önce sağlamamız gereken ruhsal, fiziksel ve maddi şartları yerine getirmeye çalıştık.
 

 
Sahildeki evimizde özgürce birbirimize zaman ayırdık, mayo ve parmak arası terlikle basit ve rahat hayatın ne demek olduğunu keşfettik, istediğimiz seyahatlere çıktık, benim için Paris’i, onun için Budapeşte ve Prag’ı gördük, bir gemi seyahatini, tekneyle mavi turu denedik, arkadaşlarımızın çocuklarıyla zaman geçirip bol bol gözlem yaptık. Sağlık kontrollerimizi yaptırdık; göz ve diş muayenelerimizi, kan tetkiklerimizi tamamladık, ben anemi,  kocam kolesterol ve tansiyon için tedaviye başladık. Sağlıklı bir bebek için önce bizim sağlıklı olmamız gerekiyor çünkü. Bir bebeğe bakabilmek için tabi ki biraz da para biriktirdik.
 
Yılbaşından itibaren yavaş yavaş bu hazırlıklar sürerken benim tabi daha detaylı bir hazırlığa başlamam gerekiyordu. MS için kullandığım ilaçları bırakmak ilk yapacağım oldu. Doktorumun gözetiminde kullandığım ilaçlara ara verdik. Doğum kontrol haplarını da kestim ama korunmaya devam ettik. Daha önce kistler saptandığı için meme ultrasonu yaptırdım, kistlerim aynen duruyor ama şimdilik izlem yeterli. Anemi tedavisini tamamladım, gebelik planlanırken üç ay önceden başlanması gereken folik asit takviyesine başladım. Kan tetkilerimi yaptırdım. Sigara zaten içmiyorum, alkolü kestim, kahveyi ancak azaltabildim ama onu da keseceğim. Daha sağlıklı beslenmeye çalışıyorum, fast food zaten son bir yıldır hayatımızın dışında, yemekleri her zaman zeytinyağı ile pişirdim, sebze-meyve yemeye dikkat ediyorum. Son olarak da kadın doğum uzmanına muayene oldum. Fazla deniz ve havuza bağlı olduğu düşünülen basit bir vaginal enfeksiyon da tedavi edildi. Bu arada iyi planlama için son birkaç aydır regl günlerimi de not alıyorum. Şimdilik planladığımız ayı bekliyor ve birbirimize zaman ayırmaya çalışıyoruz…

24 Kasım 2011 Perşembe

Çocuk sahibi olmak...

Yaşım geçiyor/Herkesin var/Kocam istiyor/Annem, babam istiyor/Evliliğim monotonlaştı… Ya da;
Daha gencim/Yapacak çok işim var/Dünya büyük, gezecek daha çok yer var/Daha evlenmemiş birçok arkadaşım var/Ailemin zaten torunu var/Biz böyle çok iyiyiz, mutluyuz, bir düzenimiz var…
İki uç arasında sürekli bir devinim halinde gidip gelmek… Bazen birkaç gün bir uçta kalmak, bazen de gün içinde sürekli fikir değiştirmek… Ama sonuçta gün içinde birçok defa bu konuyu düşünmek, konuşmak…
Daha hazır olmadığım için böyle gidip geldiğimi düşünürken fark ettim ki tam olarak “çocuk sahibi olmaya hazır olmak” diye bir şey yok. Bunun için dokuz ay kadar bir süre var. Şimdilik benim durumum için “istiyor olmak” yeterli. Peki, istiyor muyum? Evet, hayatımın bir döneminde bir çocuğum olmasını istiyorum ama o dönem şimdi mi buna karar verme aşamasındayım.
Hayatımı sürekli “5 yıllık kalkınma planları” ile düzenleyen ve şimdiye kadar “şans mı, çalışmak mı, yapılabilir hedefler koymak mı bilmiyorum ama” bu planlar dahilinde yaşayan biri olarak plandaki “çocuk sahibi olma” döneminin geldiğinin farkındayım. Bu bile istememe sebep oluyor; “plana sadık kalmak”…
İnsanın daha önce bilmediği, yaşamadığı bir şeyi “çok istemesi” fikri de bana anlaşılmaz geliyor. Zaten hayattaki köklü değişiklikler beni her zaman korkutmuştur. Ben rutinlerini seven, alışkanlıklarına bağlı biriyim sanırım. Tüm bunlarla birlikte kendimde bazı değişiklikler fark etmiyor da değilim. Yıllardır çocuklarla çalışmama, onlarla iletişimimin hep iyi olmasına, birlikte eğlenmeme karşın bu aralar, özellikle bebeklere, daha farklı ilgi gösterirken, “benim de olsa” diye aklımdan geçerken yakalıyorum kendimi…  Hamile olduğunu, doğum yaptığını duyduğum yakınlarım, arkadaşlarım bir süredir ilgimi çekiyordu zaten ama bu aralar hamile giysilerini bile incelemeye başladım.
Eminim birçok kadın bu hissettiklerim seviyesine bile gelmeden hamile kalmaya, çocuk sahibi olmaya karar vermiş ve olmuştur ama her konuda en ince ayrıntıya kadar kontrolü elinde tutmaya, her zaman planlı yaşamaya bu kadar alışmış olan benim gibi biri için bu halim oldukça normal. Mecburi hizmet yapacağımız yerler kura ile belirlenirken, Ayhan ile aynı yere, ve tabi iyi bir yere, gidebilmek için aylarca planlama yapan, sonuçta tam istediğimiz gibi bir sahil kasabasında çalışmaya başlayan (tabi şansımız da hep yanımızda oldu) biri hayatında oluşacak böyle büyük bir değişiklik için elbette günlerce, aylarca, yıllarca plan yapacaktır. Tabi ki Ayhan benim bu çılgınca plan yapan halimi çok sevmiyor ama aslında böyle yaşamanın konforuna alıştı, tatil de bile ufak bir aksilik aslında en çok onun keyfinin kaçmasına sebep oluyor.
Aslında ben beş yıl önce zaten çocuk sahibi olma planlarını yapmıştım, şimdi bu duruma kendimi adapte etme çabalarından başka bir şey değil bu. Ve tabi ki planlı bir hamilelik için yapılması gereken her şeyi yaptığıma emin olmaya çalışmak. Yoksa son dönemde hayatıma katılan minik meleklerin; Arda’nın, Zeynep’in, Ege Deniz’in, Duru’nun, Berat’ın yanında kendi bebeğimin olduğunu görmeyi, onlarla yaşadığımız mutluluğu kendi bebeğimizle yaşamayı istiyorum.
Şimdilik bu konunun psikolojik yanlarıyla ilgili okuyorum, yakında fiziksel bir hazırlık dönemi de başlayacak elbet. Her konu da olduğu gibi bu konuda da yavaş ama emin adımlarla ilerlemeyi tercih ediyorum…

20 Kasım 2011 Pazar

Doktor olmak...

Tabi ki ne kadar kutsal, önemli, farklı bir meslek olduğunu anlatmayacağım. Günümüzde ülkemizde doktor olmak ve doktorluk yapabilmek benim anlatmak istediğim…
Polikliniğe gelen çocukların çoğunun “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna verdikleri cevap; “Doktor”. Sanırım insanların çoğu hayatlarını bir döneminde “doktor olma” fikrini akıllarından geçiriyor. Bir kısmının “bir çocukluk hayali” olarak kalıyor, bir kısmını aileleri yönlendirmeye çalışıyor, bazısının o taraklarda hiç bezi yok, daha sanatsal ya da teknik dallara yöneliyor… En kötüsü sanırım, bunu “amaç” haline getirmiş ama belki yeterli kadar çalışmadıkları için, belki ÖSYM yüzünden, belki de doğru olanın “doktor olmamaları” olduğundan hedeflerine ulaşamayan grup… Benim çevremde de tabi ki bu grubun mensupları var, ya çok ayrı bir meslek seçmiş; “doktorluk asla bana göre değil, o kadar zaman/emek harcayamam”  diye konuşuyorlar, ya ilgili bir iş yapıp karşılaştıkları doktorların hatalarını bulmaya çalışıyor, çevrelerindeki insanlara tanı koyma denemeleri için sürekli tıpla ilgili yazılar okuyorlar,  ya da sağlıkla ilgili bir meslek sahibi olup, hemşire, diyetisyen, psikolog, fizyoterapist, teknisyen… gibi, hastanede çalışıyor, hastalarla iletişime geçiyor, doktorlardan hoşlanmıyorlar ama çevrelerindeki insanlara kendilerini doktor olarak tanıtıyor ve tıbbi her konudaki “ileri” bilgi ve fikirlerini insanlara anlatıyor da anlatıyorlar.

Benim hikayemin öyle ayrıntıları yok. Evet, benim de çocukluk hayalimdi, doktorculuk favori oyunlarımdandı. Zaman içinde daha “ilginç” mesleklere aklım kaymadı değil tabi; kuaförlük, arkeolog olmak ya da mimarlık gibi… Ama akılcı bir çalışma ve bilinçli bir lise dönemi sonrası üniversite sınavına ilk 8 tercihim tıp olarak girdim ve “Çapa” tüm deneme sınavlarındaki beklenen sonuç olarak, üniversite sınavının sonucunda da “plan dahilinde” gerçekleşen bir hayal oldu. İlk yılları gururla, sona doğru yorgunluklarla geçen 6 yılın sonunda hazırlanılan o korkunç sınav, TUS ve “plan dahilinde” pediatri… TUS insan hayatında, en azından benim ve çevremdeki tüm doktorların hayatında, girilebilecek en zorlu sınavlardan biri. O travmatik dönemi o zamanki sevgilim, şimdiki kocamla geçirmek belki de şanstı benim için. Evet, yeni başlayan bir ilişkiyi, günde 10 saat kütüphanede ders çalışarak ilerletmek belki çok romantik değildi ama hayatımızın en zor dönemini birlikte geçirmiş olmak zaman ilerledikçe birbirimiz için daha vazgeçilmez olmamızı sağladı.

Kocamın hayatı benimle birlikte olana kadar çok planlı değilmiş, babası çocuklarının ikisinin de doktor olmasını istiyormuş, ablası bu isteği paylaşmış ama ona sınav engel olmuş, sağlık sektörüne girebilmiş ama ancak fizyoterapist olabilmiş. Babası da en azından Ayhan’ın doktor olabilmesi için, istemediği halde, ona tek tıp tercihi yazdırabilmiş ve bingo: Çapa. Bu durum başlangıçta onu üzmüş ama bence yapabileceği en uygun işlerden biri doktorluk onun için. Zaten çok iyi bir TUS sonucuyla Çapa Kardiyolojiden kardiyolog oldu ve şimdi benim tanıdığım en iyi doktorlardan biri kendi jenerasyonunda. Hem çalışkan, hem disiplinli, hem de çok insancıl… Bu yüzden hastaları da onu gerçekten seviyor.
Yorucu, yıpratıcı, zorlu asistanlık döneminde kendimiz için yaptığımız şey; evlenmek. Nöbetler, çalışma şartlarının yoğunluğu içinde biraz daha fazla görüşebilmek için evlendik. Düğün hazırlıkları, yeni ev, eşyalar… hepsi denk getirebildiğimiz nöbetler arasındaki kısa zamanlarda aceleyle oldu, saatlerce ne gelinlikçi, ne mobilya mağazası ne de mekan gezebildik. Yine de güzel bir düğünle evlendik ve asistanlığı birlikte geçirdik, tabi ki uzmanlık sınavına da birlikte çalıştık. Geçen yıl evimiz kütüphaneye dönüşmüştü. Birlikte “uzman” olana kadar ertelediğimiz “çocuk yapma” fikri biraz biraz su yüzüne çıkmaya başladı.
Mecburi hizmet… Ülkemizde doktorlar dışında hiçbir meslek grubunun diplomasını alabilmek için zorlanmadığı “mecburiyet”. Okulu bitirip, tezimizi verip, uzmanlık sınavını geçmiş olsak da, el konulan uzmanlık belgemizi alabilmek, herhangi bir yerde doktor olarak çalışabilmek için gitmemiz gereken zorunlu görev. Hayatımızla ilgili plan yapabilmemizi engelleyen yegane durum. Ertelemenin çeşitli yolları var ama engellemenin yok. Bizim payımıza düşen de 500 gün Mersin Silifke Devlet Hastanesi. Zorunlu bir görev için “şanslı” olduğumuzu düşünebileceğimiz güzellikte bir sahil kasabası. Asistanlıktan sonra burada gerçekten yalnız çalışma, insanların beklentilerini, niyetlerini gözlemleme şansımız oldu. İyi şeyler görmedik, bizim çocukluğumuzdaki, öğrenciliğimizdeki “doktora bakış açısı” çok değişti. Artık daha talepkar,  daha sert, daha saygısız bir grup var karşımızda, hasta olarak. Aslında toplum geneli bu değişimi yaşıyor, ne yazık ki ülkede. Biz de bunu yakından deneyimliyoruz ve umudumuzu kaybediyoruz.
Özellikle ülkemizde herkesin sağlıkla ilgili soracak bir sorusu, yapacak bir yorumu vardır. Hiçbir meslek üzerine bu kadar konuşulmasa da doktorlar için herkesin söyleyecek bir sözü bulunur. Çok azı saygı duyduğunu gösterir, birçoğu yapılan işi küçümser, birkaç poliklinik tecrübesiyle aynısını yapabileceğini düşünür. Yardımcı olmaya sevmez ama ihtiyaç duyduğunda her an elinin altında hazır olmasını ister. Hata bulmaya çalışmak, şikayet edecek konu aramak, iyileşmeye harcanması gereken enerjinin daha fazlasını alıyor artık. Biz de bu şartlar altında yine de onların “iyi” olması için çalışıyoruz.

Geçen 13 yıldan sonra geriye dönme şansım olsa sanırım yine doktor olurdum, en iyi yapabileceğim işin bu olduğunu düşünüyorum. Yaptığım “iş” karşısında tüm meslekler biraz “eksik” geliyor. Sanırım tüm sıkıntılara, yorgunluklara rağmen, “doktor olmak” beni mutlu ediyor…

13 Kasım 2011 Pazar

Ben...

Ben kimim? İnsanın cevabını bulmak için uzun uzun sorması gereken soru belki de… Yine de elbette tanışmak gerekiyor. Anne babamın kızı, kocamın karısı, kardeşimin ablası, Arda’nın teyzesiyim… Evet, güzel bir ailenin bireyiyim… 81’liyim… Yani 30 oldum, olay burada bir nefes durmama sebep oluyor.
Genel olarak huzurluyum, inatçıyım, planlarını seven ve onlarla yaşamaya alışkın biriyim. Daha net sıfatlara gelirsek, ismimin önünde görmeye alıştığım sıfat Uzm. Dr, Pediatristim… İşimde en çok iletişim kurduğum grup çocuklar… Bunu da çok seviyorum, çok “acaba” barındırmayan net bir ilişki çünkü…

Şans eseri doktor olan gruptan değilim, her şey “plan dahilinde” ilerledi, ÖSS-ÖYS bana kötü sürprizler yapmadı.  Pediatriyi ise çocukları sevmekle birlikte onların benimle iletişime geçebildiklerini fark ettiğim için tercih ettim.
Pediatri ihtisası bitti ve şimdi “Anadolu’da” mecburi hizmet yapıyorum. Neden mecbur olduğumu bilmediğim bir hizmet.  Ama planlı bir süreç sonunda Ayhan’la (o benim kocam) birlikte ve Akdeniz’de bir sahil kasabasında… Burada yaşayan arkadaşlarım “kasaba” dememe alınıp “ilçe” olduğunu söylüyorlar ama ben “sahil kasabasında yaşama” hayalimin bu kadar çabuk gerçek olmasından duyduğum mutlulukla böyle söylemeyi seviyorum.
Şimdi bir süredir “planlananlar” listesinde hızla üst sıralara tırmanan, teorik olarak oldukça bilgi sahibi olduğum, arkadaşlarımın çoğu ile birlikte birçok kez pratik yaptığım bir konuyu, “çocuk sahibi olma” konusunu deneyimlemek ve bu esnada yaşadıklarımı kaydetmek niyetindeyim. Bunu da listenin sonuna ekliyorum…