4 Kasım 2016 Cuma

Abur cubur ve obezite


Çocuğunu sağlıklı beslemeye çalışan her anne gibi ben de abur cubur diye adlandırılan paketli gıdalara takıntılıyım. Ne yazık ki Dora da her çocuk gibi bu gıdalara ilgi gösteriyor. İlk iki yıl ambalajlı ürünlerle hiç tanışmadı, meyve ve pekmez dışında tatlı besin almadı. Herkese ve her şeye rağmen bunu sağlayabildim. Ama iki yaşından sonra okula başlayınca ne yazık ki bu gıdaların varlığını öğrendi. Yeri geldi markette gördü sordu, bazen arkadaşları okula getirdi tattı. Cazip tatları yüzünden onun da ilgisini çekti. Henüz sadece çikolatayı yiyor düzenli, bana daha masum geldiği için çikolataya izin veriyorum, arada da kraker. Şekerleme, gofret gibi daha katkılı olanlarla tanışmış olsa da anlattığım için sağlıklı olmadığını biliyor. Çok alışmadığı için de ısrarcı olmuyor. Kuru kayısı, üzüm gibi besinler öncelikli favorisi. Ceviz ve bademi altı aylıktan itibaren her gün düzenli yedi ama artık tercih etmiyor. Taze meyveler ise her zaman ilk tercihi oluyor, en azından çikolatadan sonra…

Obezite artık çocuklar için de sağlık sorunu haline geldi. İyi beslenmediği için kilo sorunu yaşayan birkaç çocukla her gün karşılaşıyorum. Dora da hiçbir zaman zayıf bir bebek olmadı, büyümesi ve gelişimi hep iyi düzeydeydi ama artık dört yaşına çok az kaldı. Büyüdüğünde sağlık ve kilo sorunu yaşamaması için iyi beslenmeyi öğrenmesi gerek. Neyse ki anlattığımda her şeyi anlayan bir çocuk olduğu için gereksiz itirazları olmuyor, beslenmeyle ilgili çok sorun yaşamıyoruz. Kilolo olduğu halde demir ve vitamin eksikliği bulunduğu için sağlık sorunu yaşayan çocukları gördükçe bu konuyu daha fazla önemsememiz gerektiğini düşünüyorum.

Abur cubur ve obezite

Bisküvi, çikolata, şeker, cips, gofret gibi abur cuburlar çocukların vazgeçilmezleri arasında. Ancak, hiçbir besleyici değeri olmayan ve yüksek kalori içeren bu gıdaları, obezitenin baş sorumluları arasında. Sorun obeziteyle sınırlı kalmıyor, faturada kalp hastalığı, diyabet, alerji, kanser gibi çok ciddi hastalıklar da var.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından “salgın” olarak nitelendirilen obezite her geçen gün artıyor. Sadece yetişkinlerin değil, çocukların da giderek şişmanlaması tabloyu kötüleştiriyor. Bunda en önemli etkenin yanlış beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı olduğu çok açık. Çocuklarda obezitenin artmasındaki en büyük payı ise “abur cubur” sınıfındaki yiyecekler oluşturuyor. Türkiye’deki çocuklarda obezite oranı da her geçen gün artıyor. Günümüzde bu oran %25’lere ulaşmış durumda.

Abur cubur diye tanımlanan kolay ve çabuk tüketilen, hiçbir besleyici değeri olmayan yiyecekler genellikle doymuş veya trans yağ içeren, vitamin ve minerallerden fakir, lif-posa değeri düşük, raf ömrünün uzatılması için koruyucu madde içeren tuz ve şeker oranı yüksek yiyeceklerdir. Bu yiyeceler sık tüketilirse kilo artışına ve obeziteye neden olur.  Abur cuburlar, trans ve doymuş yağ içermesinden dolayı kalp hastalıklarına, genellikle kızartma işlemiyle yapılması nedeniyle de hem kalp hastalıklarına hem de kansere neden olabilirler. Aşırı tuz ve şeker tüketim sıklığına bağlı olarak hipertansiyon ve diyabete, lif-posa içermemesi nedeniyle sindirim rahatsızlıklarına ve çeşitli kanser türlerine, katkı maddelerinden dolayı da alerjik reaksiyonlara yol açabilir.

Çocukların yağ hücreleri 0-3 yaş arasında oluşur. Bu dönemde kilolu olan çocukların ömür boyu kilolu olma riski artar. Abur cuburlardaki trans yağlar, yağ hücrelerinin oluşmasını artırırken, şeker de hücrelerin oluşma oranını artırır. Özellikle şeker bağımlılık yaptığından, çocukların yedikçe yeme istekleri artar. Bu da obezite riskini katlar.

Peki hangi abur-cuburlar daha tehlikeli, hangileri daha masum ve bunlardan tamamen uzak durmak mı, arada bir tüketmek mi daha doğru? Bu konuda ailelere çok önemli görevler düşüyor ve çocuklara atıştırmalık olarak bisküvi, çikolata, cips yerine besleyici ve sağlıklı yiyecekler verilmesi gerekiyor.

Bu bağlamda Türk Pediatri Kurumunun, ülkemizde 5 yaşın altında her 4 çocuktan 1’ini tehdit eden aşırı kilo veya obezite ile mücadele için “Abur cubur yemiyorum, sağlıklı atıştırıyorum” adlı bir bilinçlendirme kampanyasını başlattığını da hatırlatmakta fayda var. Kampanya ile ebeveynlerin çocukları için sağlıklı atıştırmalık alternatiflerine yönlendirilmelerinin hedefleniyor. Kalıcı bir alışkanlık değişimi yaratmak için, yasaklayan değil, yol gösteren olmak gerektiği vurgulanıyor. Öneriler; Besin Yoğunluğu Endeksinin dolu/boş kalorileri tanımlamasına göre sınıflandırılıyor. Dolu kalorilerin yani protein, lif, vitamin ve minerallerin fazla, boş kalori denilen şeker, tuz, doymuş yağ gibi besin öğelerinin az miktarda içermesi tercih edilmesi öneriliyor.

Çocuklarınıza sağlıklı abur cuburlar olarak; ceviz, badem, fındık gibi yağlı tohumlar, kuru kayısı, yaban mersini, kuru üzüm gibi kuru meyveler, süt, yoğurt, meyveli yoğurt veya kakao oranı yüksek bitter çikolata (küçük porsiyon olmak şartıyla) verebilirsiniz.

http://www.ntv.com.tr/galeri/saglik/abur-cuburlar-cocugunuza-neler-yapiyor%2cQkTSF8a3pEKSI693bm_qRw

2 Kasım 2016 Çarşamba

El ayak ağız hastalığı tecrübesi


Sonbaharın gelmesiyle birlikte hem hava sıcaklığında yaşanan değişiklikler hem de okulların açılmasıyla çocukların daha fazla birarada olması nedeniyle bulaşıcı hastalıklarda artış görülmeye başladı. Okulların açılmasıyla birlikte havalar soğuyunca kapalı ortamlarda daha fazla zaman geçirmeye başlayan çocuklar hastalıkları birbirlerine bulaştırmakta geç kalmadı. Geçen yıl Dora’yla birlikte el-ayak-ağız hastalığını tecrübe etmiştik. Bu yıl yine hastalık görülmeye başlayınca yazmak istedim. El-ayak-ağız hastalığı konusundaki yazım birkaç haber sitesinde de paylaşıldı.



Geçen yıl, ekim ayının ortalarında her zaman olduğu gibi yine bir gece Dora’nın vücut ısısı yükseldi. Artık alıştığım ve ciddi başka bir sıkıntısı olmadığı için ateş düşürücü vererek takip ettim. O gece sık sık ayaklarının kaşındığını söyleyerek uyandı. Ertesi gün de ellerinde ve ağız çevresinde döküntüler başlayınca el-ayak-ağız hastalığından şüphelendim. Sonraki bir kaç gün ateşi devam etti, ağzındaki yaralar nedeniyle yemek yerken çok zorlandı. Bir önceki hafta sınıfında üç arkadaşının da aynı hastalığa yakalandığını öğrenince bir salgının başladığını anladım. Sonrasında da bir çok okuldan da salgın haberleri geldi. Bir kaç gün sonra ateş ve döküntüler bende de başladı. Dora’dan virusu ben de alıp hastalığı geçirdim böylece. Neyse ki genellikle bir kaç günde kendi kendine düzelen bir hastalık olduğu için ikimizde atlatabildik.



Sonbaharın ortalarında poliklinikte el-ayak-ağız hastalığı olan çocuklar artık eskisinden daha sık görülüyor. El-ayak-ağız hastalığı viral bir hastalıktır. Çoğunlukla 5 yaş altı çocuklarda, nadiren de erişkinlerde gözlenebilir. Ateş, elde ayaklarda döküntü ile kendini gösterir. Hastalık sıklıkla ateş, iştahsızlık, boğaz ağrısı ile başlar. Ateş başladıktan 2-3 gün sonra, ağızda ağrılı, su dolu döküntüler meydana gelir. Küçük kırmızı lekeler olarak başlayan lezyonlar ülserleşir. Deri döküntüsü 1-2 gün sonra gelişir. Ayak tabanı ve el ayalarında meydana gelen düz kırmızı noktalar halinde başlar, daha sonra su toplar. Nadiren döküntüler dizlerde, dirseklerde, kalçada veya genital bölgede olabilir. Özellikle bebeklerde ağızdaki yaralar nedeni ile yutma güçlüğü ve beslenememe olabilir. Yemek isteyen çocuğun ağzının acıması yüzünden yiyememesi anne için çok üzücü olabiliyor, sevdiği gıdalarla, özellikle sıvılarla beslemek gerekebiliyor.



El-ayak-ağız hastalığı insandan insana direk temas ile bulaşan viral bir hastalıktır. Hastalığa neden olan virüsler burun ve boğaz bölgesine yerleşir ayrıca dışkıda ve döküntülerin içindeki sıvılarda bulunurlar. Bu nedenle hastalık çok bulaşıcıdır ve hastaların hastalık tamamen düzelene kadar izole edilmelerinde yarar vardır. Birçok erişkinin de hastalığı hiç semptom oluşmadan taşıyabileceği unutulmamalıdır. Ayrıntılı bir hastalık öyküsü ve fizik muayene, ağızda, ellerde ve ayaklarda karakteristik döküntüler hastalığın teşhisi için yeterlidir. Genellikle, hiçbir laboratuvar çalışması gerekmez. Hastalıktan korunmak için aşı yoktur. Bu nedenle, hasta ile temastan kaçınmak ve temel temizlik kurallarına dikkat ederek hastalıktan korunmak gerekir. Kesin bir tedavisi olmayan hastalıkta semptomları hafifletmek için bazı önlemler alınabilir, ateş düşürücü ve ağrı kesiciler, ağız yaraları için gargara, ağız suları veya spreyler kullanılabilir.


20 Ekim 2016 Perşembe

Hastane değişikliği


Alıştığın, bağlandığın herhangi bir şeyden kopmak zaman geçtikçe zorlaşıyor. Hele ki bu her gün gittiğimiz, zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz işimizse vazgeçmek çok daha zor oluyor. İki yıldır severek çalıştığım, ülkenin muhtemelen en iyisi olan hastanemden ayrılmaya karar vermek de benim için zor oldu. Ancak hayatta öncelikleri doğru belirledikten sonra hareket etmek kolaylaşıyor.

Çalışma şartları ve benim beklentilerim uyuşmadığı için işyeri değişikliği yaptım. Aslında yine duygusal olarak bağlı olduğum bir hastaneye geçtim. Dora’nın doğduğu hastane, Medical Park Bahçelievler Hastanesi… Doktorumu, odamı, ameliyathaneyi görmek bile bana duygusal anlar yaşattı. Sadece gündüz çalışacağım, geceleri kızımın yanında olabileceğim, poliklinikte hastalarımı görebileceğim bir hastane arayışındaydım bir süredir. Teklif gelen hastaneler arasında sanırım biraz da duygusal düşünerek buraya karar verdim. Eski ve oturmuş bir hastane olması benim için avantaj kabul edilebilecek bir durum. Alıştığım düzeni bırakmanın zorluklarını elbette yaşıyorum. Umarım yine uzun süreli, huzurlu ve mutlu bir çalışma ortamı olacaktır.

http://www.medicalpark.com.tr/bahcelievler

Önce güvenlik geliyor

Beni en çok üzen hasta grubunu kazalar sonucu yaralanan çocuklar oluşturuyor. Çocuk doktorları olarak hastalıkları önlemek önceliğimiz, bunun için çalışıyoruz ama her zaman mümkün olmuyor. Kazalar sonucu zarar gören çocukları iyileştirmeye çalışmak hem çok zor hem de çok acı verici olabiliyor.

Çocuklu evde güvenlikle ilgili belirli kurallar var, prizler kapatılır, sivri köşeler yumuşatılır, ocaklara koruyucu takılır… Aslında her yerde karşımıza çıkan, kimimizim üşengeçlikten, kimimizin çocuğuna fazla güvenmesinden uygulamadığımız bu kurallar çok değer verdiğimiz çocuklarımızın hayatını riske atıyor. “Benim çocuğum yapmaz, biliyor” o kadar korkulacak bir cümle ki… Çok yakınımdan bir çocuk yutmaması gerektiğini “bildiği” halde iki yaşında para yuttu, neyse ki doğal yollardan çıktı ama olmayabilirdi de. Bir diğeri elektriği “bildiği” için arabasının kumandasını antenini prize sokarak şarj etmeye çalıştı. Ben de kızım için öyle düşünüyorum, Dora ağzına bir şey atmaz, bilmediği şeyleri içmez gibi geliyor ama yine de önlemimi alıyorum, çünkü ilaçlar ve kimyasal maddeler o küçük bedenlerde onarılmaz hasarlar bırakabiliyor.


Polikliniğe “bebeğim düştü” diye gelen annelere içten içe kızardım yeterince dikkat etmedikleri için. Dora daha küçücük bir bebekken, 4 aylıkken, annemin evinde koltuktan düştüğünde çok da kızmamam gerektiğini anladım. Kötü sonuçlanmasa da zor bir deneyimdi. Sonrasında tüm evi yeniden gözden geçirip atladığım önlemleri de aldım. Düşmeler, yanıklar, boğulmalar, zehirlenmeler… Çok kötü sonuçlara neden olabilecek olayları önceden kestirmek zor, bu yüzden dikkatli olmak çok önemli.

Dinlediğim bir seminerde, evini bebeğine uygun hale getirmeye çalışan ebeveyne bir süre dizlerinin üzerinde evi dolaşması ve tehlikeleri gözlemlemesi önerilmişti. Çok mantıklı ve işlevsel olduğunu düşündüğüm bir hareket bu, evin içine çocukla aynı açıdan bakmayı sağlıyor.  Hiç unutmamamız gereken, çocukların, yetişkinlerin küçük halleri olmadığı, fakat ne yazık ki yetişkinler için tasarlanmış bir dünyaya doğduklarıdır. Yaşadıkları dünyayı onlara uygun hale getirmek de bizim görevimiz tabi ki.

Aslında Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Sözleşmesi’nde (Türkiye 14 Ekim 1990) (Madde 24); taraf devletler bütün toplum kesimlerinin özellikle anne- babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunmasında yükümlü olduğunu bildiriyor. Yani, kazaya uğramamak ve yaralanmamak her çocuğun temel hakkıdır ve bunu sağlamak yetişkinlerin sorumluluğundadır. Kazalar, çocukluk çağındaki ölüm nedenleri arasında tüm dünyada beşinci sıradadır. Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, kaza sonucu ölümler ilk beş ölüm nedeninden biridir. Son 5 yılda 120.000 çocuk ev kazası sonucu hastaneye müracaat etmiş ve 2000'i hayatını kaybetmiştir. Çocukluk çağındaki kazaların %66,5’i ev içerisinde meydana gelmektedir ve kazaların %58'i ebeveyn veya çocuk ile ilgilenen diğer kişilerin yanında olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Bu nedenle bizim dikkatimizin yanında ortamın uygun ve güvenli olması da çok önemlidir. Düşme en sık karşılaşılan kaza şeklidir, sırasıyla yanıklar, boğulma ve zehirlenmeler izler. Çocuklar cesur, meraklı, tecrübesiz olduklarından, el ve vücut becerileri yetişkinlerden daha az, görme alanları yetişkinlerden daha dar olduğundan, vücut alanları farklı olup, kafalarının ağır olmasından ve risk algıları olmadığından daha çok kazaya maruz kalırlar.

Daha doğumdan itibaren kazalar açısından uyanık ve dikkatli olmak gerekir. Doğum sonrası eve dönerken araç koltuğu kullanarak başlanabilir. Çocuk hareketlenmeye başladığında boy hizasındaki tüm çekmeceler kilitlenmelidir. İçerikleri güvenli olsa bile basamak olarak kullanıp üzerine tırmanabilirler. Tüm prizlere kapak takılmalı, elektrik kabloları koruyucu ile kapatılmalı, boyları hizasındaki sivri köşeli mobilyalara köşelik takılmalı, perde ipleri kullanılmamalı, eşyalar pencere önlerinden uzaklaştırılmalı, kapılara stopper takılmalı, çok katlı evlerde merdiven başlarına kapı yapılmalı, merdivenler ve zeminler kaygan malzemeyle kaplanmamalı, halı saçaklı olamamalıdır. İlaçlar ve temizlik malzemeleri kesinlikle çocukların yetişemeyecekleri ve kilitli dolaplarda saklanmalı ve çocukların yanlarında ilaç içilmemelidir. Her şey kendi orijinal korumalı kabında saklanmalı ve miktarları iyi bilinmelidir. Olası bir içme durumunda dozaj bizim için çok önemlidir. Ev kazalarının en ölümcülü olanı televizyonların devrilmemesi için mutlaka sabitlenmelidir.

Çocukların odaları da onlar için birçok risk barındırabilir. Bebekler doğdukları andan itibaren kendi yataklarında yatmalılar, anneyle yatan bir bebek her zaman büyük risk taşır.  Çocuğun karyolasının yüksekliği, parmak aralıkları mutlak güvenli sınırlarda olmalıdır. Yatağında oyuncak, nazar boncuğu, kurdele gibi süs amaçlı eşyalar bulunmamalı, bir yaşından küçük bebekler için boğulmalara sebep olabileceğinden asla yastık kullanılmamalıdır. Karyolanın üstünde dönence türü oyuncak varsa, bunu karyolaya sağlam bir şekilde takıldığından emin olmalıdır. İlk altı aydan sonra veya oturabildiği zaman kaldırılmalıdır. İlk 4-6 ay, başları değil ayakları yatak ucuna dayalı olmalı, dönemeyen çocuklar sırtüstü yatırılmalıdır. Bebekler kardeşleri dahi olsa 13 yaşından küçüklerle yalnız bırakılmamalıdır.

Günlük hayatta birçok davranış fark edemediğimiz şekilde çocuklar için risk oluşturabilir. Sıcak bir yiyecek-içecek ile çocuk aynı anda taşınmamalı, masa örtüsü kullanılmamalıdır. Ocağa mümkünse koruyucu takılmasına, ocaktaki kulplar içe dönük olmasına, kesici aletler ulaşamayacakları yerlere kaldırılmasına dikkat edilmelidir. İki yaşından küçük çocuklar anlık dahi olsa asla yalnız kalmamalıdır.

Banyolar çocuklar için çok riskli ortamlardır. Zemin kaymaz malzemeyle kaplanmalı, klozet kapalı tutulmalı, küçük bir kova dahi olsa asla içi su dolu bulundurulmamalıdır. Başları vücutlarına göre büyük olan çocuklar kolayca kafa üstü su dolu kaplara düşebilir ve çıkamazlar. Sanılanın aksine boğulan çocuk çırpınmaz, ses çıkarmaz, sessizce boğuluverir. Musluktan akan suyun 50 derecenin üstüne çıkmasını önleyici musluğa ısı sabitleyici aparat takılması yanıkları engellemek için önemlidir. Çevirmeye meraklı küçüklerin kendilerini banyoya kilitleyebildiklerini de göz ardı etmemek gerekir.

Kazaların çoğu ev içinde olsa da ev dışında da alınması gereken önlemler bulunmaktadır. Bisiklet ve patenin birer oyuncak değil, spor aleti olduğu, uygun büyüklükte olması, kask-dizlik-dirseklikle birlikte trafiğe kapalı alanlarda kullanılması gerektiği unutulmamalıdır. Kullanılmayan yüzme havuzlarının üzerlerinin kapatılmalı, çocukların yanında motorlu her hangi bir alet, özellikle çim biçme makinesi, kullanılmamalıdır.

Tüm alınan önlemlere rağmen oluşabilecek kazalar ve sonrasında müdahale edebilmeleri için ailelerin basit ilk yardım becerileri kazanmaları (ABC kontrolü, Heimlich manevrası gibi) ve 114 zehir danışma hattını öğrenmeleri faydalı olacaktır.

Çocuklarımız çok değerli, onların dünyaya gelmelerini biz istedik. Korumak, onlara huzurlu, güvenli bir hayat sağlamak bizim görevimiz. Çocuklarımıza zarar verecek, bizi çok üzecek olayla yaşamamak için biraz dikkatli olmamız yeterli diye düşünüyorum.

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Okula başlama ayı

Ülkemizdeki eğitim sisteminde ne yazık ki çok sık değişiklik yapılıyor. Yeterli hazırlık omadığından hatalar yaşanarak fark ediliyor. Bizim kuşağın dahil olduğu sistemde altı yaş bitirildikten sonra ilkokula başlanıyordu. Doğum yılına göre kayıtlar yapıldığından ocak ayında doğan çocuklar daha avantajlıydı. Yeni sisteme göre ilkokul kayıtları çocuğun bitirdiği aya göre yapılıyor. 66 aydan sonra okula başlamak zorunlu, 66-68 ayda aileinin isteğiyle, 69-72 ayda doktor raporuyla kayıt bir yıl ertelenebiliyor. 60-66 ay arasındaki çocuklar da ailelerinin isteğiyle okula başlayabildiğinden aynı sınıfta 60 aydan 84 aya kadar çok geniş yaş dağılımındaki çocukların birlikte okula başlama ihtimali doğuyor. Bir kaç ayın bile gelişim açısından farklılıklar gösterdiği bu dönemde iki yaş çok önem kazanıyor.  


Ben çocukların kendilerinden büyüklerle birlikte okula başlamasını onaylamıyorum. Annemler beni bile bir yıl erken göndermek istemiş ve reddetmişim. Oysa ki Dora oyun grubunda sıkıldığı için, öğretmenlerinin de onayıyla, iki yaşını doldurunca ebeveynsiz gruba devam etmeye başladı. İki buçuk yaş grubuna ikinci dönem başlayınca sınıfındaki çocuklarla arasında epeyce yaş farkı oldu. Geçen yıl adapte olmaya çaılştı, bu yıl ilk dönemde sık hastalandığı için biraz aksadı okula devamı. Ama bu dönem her şeyin daha bir farkında. Arkadaşlarını seviyor, genelde okula mutlu gidiyor ama dönem dönem gitmek istemediği de oluyor. Öğretmenleri yaşı nedeniyle sıkıntı yaşamadığını söylüyor her zaman. Bundan sonrası için plan yapmaya çalışırken veli görüşmelerinde öğretmeninin bir cümlesi daha fazla düşünmeme neden oldu. “Dora herşeyi arkadaşları kadar yapabiliyor, en yavaş yapıyor, en geç bitiriyor ama herşeyi tamamlıyor” dedi. Bu cümle yeni bir plan yapmam konusundaki düşüncelerimde haklı olduğumu gösterdi. Benim kızım, bu yaştaki her çocuk gibi yarışmayı seviyor, hırslı bir çocuk ama her zaman sonuncu oluyor. Yaşı küçük olduğu için arkadaşlarından çok daha fazla çaba harcıyor ve hep sonuncu olduğunu düşünüyor. “Ben yapamam” demelerinin, arada okula gitmek istememelerinin nedeninin bu durum olduğunu düşünmeye başladım. Görüştüğüm çocuk psikiyatrisiti ve pedagog arkadaşlarım da kendi yaş grubuyla birlikte olmasının daha uygun olacağını söyleyince iyice emin oldum.

 

Devam ettiği okulda aynı grupta bir sonraki yıl okuma çalışmalarının başlayacağını öğrenmek tedirginliğimi arttırdı. Henüz üç yaşında ve önümüzdeki yıl beş yaş sınıfına gitmesi gerekecek. Okulundan bana önerilen bir alt gruba devam etmesi oldu ama bu da aynı yılı tekrar edeceği anlamına geliyordu. Hem de bu yıl aynı sınıfta olduğu ve yeni yeni kaynaştığı arkadaşlarını görerek başka sınıfta olacaktı. Tüm bu fikierler benim yeni bir okul arayışımın hızlanmasını sağladı. İlkokula devam edebileceği çoğu okul 36 aydan sonra hazırlık grubuna aldığı için seçeneğim daha fazlaydı. Yeni bir anaokuluna başlamasını da istemedim. Sonuçta iyi olduğunu bildiğimiz bir okulun en minik grubuna kaydını yaptırdım.


Yeni okulun giriş görüşmesinde Dora’yı bizden ayrı yaklaşık iki saat kadar gözlemlediler. Sonuç olarak 4-5 yaş grubuna gidebileceğini söylediler. Bunu tahmin ediyordum ama benim ısrarımla 3-4 yaş grubuna kayıt yaptırdım. Gördüğüm hastalarımdan, yaşına göre gelişiminin iyi olduğunu gözlemleyebiliyorum, belki ilk yıl okulda yeni bir şey öğrenmeyecek ama en azından kendi yaşındaki çocuklarla birlikte olacak ve ilkokula 80 aylıkken başlayacak. Belki pişmanlıklar yaşarım ara ara ama böyle içim daha rahat edecek...

 

5 Mayıs 2016 Perşembe

Geniz eti kulak iltihabı kısır döngüsü

Sağlıklı gelişim sırasında çocuklar bazen ameliyat olmak zorunda kalabiliyor. Çocukluk çağında en sık yapılan ameliyatların başında da bademcik ve geniz etinin alınması geliyor. Ben de Dora’yla bu yıl “büyük geniz eti”nin yaratabileceği sorunlarla karşı karşıya kaldım. Kış boyunca dört defa orta kulak iltihabı geçirdi ve antibiyotik almak zorunda kaldı. Her ateşlendiğinde otit endişesiyle yaşamak çoz zor geldi. Viral diye düşünerek bir hafta beklediğimde pürülan otit olduğunu görmek çok üzücüydü. Halk arasında geniz eti denilen adenoid dokusunun büyük olması orta kulağın havalanmasını sağlayan östaki borusunun ağzını kapatarak enfeksiyon oluşmasını kolaylaştırıyor. Hem kilolu bir çocuk olduğundan hem de yapısı gereği Dora’nın geniz eti de büyük. Neyse ki takibini yapan Ömer Faruk Ünal Hoca’mın desteğiyle ameliyat olmadan bu kışı geçirdi kızım. Yazın daha az enfeksiyon geçireceğini düşünüyorum, bakalım önümüzdeki kış nasıl gidecek...

Burun eti - Geniz eti
Burun eti ve geniz eti olarak söylenen şeyler birbirinden tamamen farklı şeyler. Burun eti, burun arka kısmında her iki tarafta yer alan ve konka adı verilen doku parçacıklarına denir. Görevi burundan içeriye giren havayı temizlemek, ısıtmak ve nemlendirmektir. Bu nedenle burun eti devamlı olarak çalışır. Burun eti soğuk havalarda büyür, sıcak havalarda ise küçülür. Fakat bazı durumlarda kalıcı olarak büyür. Bu durumda burundan nefes almak zorlaşır. Alerjik nedenler burun etinin büyümesini kolaylaştırabilir. Burun etlerinin büyümesi ile hastalar öncelikle burun tıkanıklığı hissetmektedir. Daha sonra geceleri ağzı açık uyumaya başlamakta ve sabah kalktıklarında ağız kuruluğu sorunu yaşamaktadırlar. Çocuklar gece boyunca az oksijen aldığı için 7-8 saat uyusa bile uyku hali devam edebilir ve gün içerisinde kendisini yorgun hissedebilmektedir. Hastalığın, çocuklarda uyku hali dışında, zekâ kapasitelerinde 5-10 puanlık düşüşler gibi etkileri de vardır. Ayrıca çocuklarda da horlama ve uyku apnesi olabilmektedir.


 
Burun eti büyümesi çok şiddetli değilse, verdiği rahatsızlığın boyutu küçükse, tedavisi ilaçla yapılabilmektedir. Daha fazla büyüdüğü durumlarda kulak burun boğaz doktorları radyo frekans dalgaları yöntemi ile burun etini küçültmektedir. Burun etinin çok daha büyüdüğü durumlarda ise cerrahi müdahale ile burun eti tamamen alınmaktadır. Yapılan müdahalede burun etinin büyüyen kısımları alınarak burun içinin rahatlaması ve genişlemesi sağlanmaktadır. Burun etinin çıkarılması operasyonları haricinde yapılan tüm işlemlerin sonunda burun eti yeniden büyüyebilir.

Geniz eti, üzüm salkımına benzer şekilli ve burun ile boğaz arasına yerleşmiş bir dokudur. Geniz eti, burundan giren bakteri ve virüsleri yakalar ve vücudun mikroplarla savaşmasına yardımcı maddeler olan antikorları üretir. Eğer çocukta sürekli ya da sık tekrarlayan geniz eti büyümesi veya iltihabı varsa geniz etinin ameliyatla alınmasını önerilebilir. Çocuklar geniz eti alındıktan sonra daha sık hastalanmazlar, vücutta geniz eti gibi görev yapan başka dokular aynı fonksiyonları yeterince yapabilirler.

 
Geniz etinin büyümesi halinde çeşitli belirtiler görülebilir. Burundan nefes almakta güçlük, burun tıkalı gibi genizden konuşma, uyku sırasında horlama ya da uyku birkaç saniye süreyle nefesini tutma (uyku apnesi), tekrarlayan orta kulak iltihabı, kulakta sıvı birikmesi bu belirtiler arasında sayılabilir. Geniz eti iltihaplı ise ilk önce antibiyotiklerle tedavi etmek denenebilir. Eğer geniz eti iltihaplı değilse bir süre beklenebilir, çünkü çocuklarda geniz etinin bir miktar büyümesi normaldir. Zamanla çocuğun geniz eti kendiliğinden küçülebilir. Ameliyat genel anesteziyle ağızdan yapılır. Yarım saat kadar sürer ve ciltte herhangi bir kesi olmaz. Aynı gün hastaneden taburcu olunur.

Amerikan otolaringoloji derneği geçen aylarda otit (kulak iltihabı) konusunda yenilikleri yayınladı. Eskiden tedavide kullanılan alerji ilaçları, burun spreyleri, kortizonlu ilaçların faydasız olduğu bildirildi ve eğer kulakta sıvı birikimi yoksa tek başına geniz etinin alınması artık önerilmiyor. Dora’nın takibini yapan doktorunun izlemi ve bu bilgiler doğrultusunda ameliyat olmadan bu yılı geçirdi kızım. Uygun tedavinin doğru hekim tarafından zamanında yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Dönüş

Bir süredir bu sayfalara yazı yazmadığım için kendimi kötü hissediyorum. Aslında yazmaktan geri kalmadım ama bloga koyma fırsatım olmadı. Türkiye’nin önde gelen anne baba dergilerinden “Bebeğim ve Biz” ekibi yaz aylarında, kitabım çıktıktan sonra benimle röportaj yapmak istedi. Ardından köşe yazarlığı teklif edince yazılarımı genelde köşemde yazma şansım oldu. Biraz blogu ihmal ettim. Telefi etmeye çalışacağım. Yazacak çok konu birikti. Aynı zamanda Türkiye piyasasına yeni giren Amerikan kaynaklı bir bebek firmasının web sayfasında da yazılarım yer alacak, onunla birlikte sürekli yazı yazar haldeyim. Hepsini tamamlayacağım.



Dora devam ettiği okulda tam gün eğitime geçti. Artık servisle okula gidip geliyor. Geçen yıla göre daha büyüdü ve algıları açıldı. Tercihleri artık daha netleşti. Kesinlikle müzik ve dans etmekten, yabancı dilden hoşlanıyor. Evin içinde sürekli bağıra bağıra ingilizce, fransızca çocuk şarkıları söyleyen bir cüce dolaşıyor. Parkta, arabada yolculukta, yemek masasında Dora sürekli şarkı söylüyor, fırsat buldukça da dans ediyor. Zaman onunla çok keyifli geçiyor. Ben çok daha yoğun çalıştığım için geçen yıl olduğu gibi birlikte planlar yapamıyoruz çok fazla, okula daha düzenli devam ediyor. İlk dönem hastalık nedeniyle aksadı ama ikinci dönem okuldan daha çok zevk aldığı anlaşılıyor. Arkadaşlarıyla ilişkileri geçen yıla göre daha farklı. Birbirlerini daha iyi tanıyorlar ve daha fazla iletişim kuruyorlar. Birlikte eğlenmeyi öğrendiler. Bu yıl doğum günü partisini de arkadaşlarıyla okulunda yaptık, isteği doğrultusunda. Çok mutlu oldu, bu defa partinin onun için olduğunu daha iyi anladı. Günden güne büyüyor, gelişiyor, değişiyor... Kendine hayran bırakıyor.