25 Eylül 2013 Çarşamba

Kaşıkla...

Neredeyse dokuzuncu ayımız bitmek üzere ama beslenme konusunda çok fazla aşama kat etmiş sayılmayız. Mama yerken ki iştahına güvenip kolay beslenebilen bir çocuk olacağına dair umutlanmış olsam da Dora biraz nazlı. Daha doğrusu şimdiden bir damak tadı var. Sevdiği şeyler, özellikle meyveleri, yoğurdu iştahla yerken sevmediklerinde ağzını kilitliyor. Aslında bu güzel bir şey ama zor, seveceği şeyleri hazırlamak zorunda kalıyoruz ama o sebze sevmiyor.
 
İki aydan uzun bir süredir ek gıdalar var hayatımızda, bir düzen oturttuk sayılır. Önce yavaş yavaş gıdaları deneyip alıştırmaya çalıştım, neyse ki allerji gibi bir sorun olmadı. Artık daha rahat karıştırabiliyorum ve yeni şeyler deneyebiliyorum. Meyvelerle arası oldukça iyi, birçoğunu püre halinde yiyebiliyor. Genelde tatlı seviyor, avokado gibi daha tatsız olanları pekmez ya da yaban mersiniyle birlikte veriyorum. Avokado çok faydalı olduğu için vermeye çalışıyorum.
 
Yoğurdu da seviyor. Henüz inek sütü kullanmadım, formül mamayla hazırlıyorum. Tekniğini öğrendim, 43 ⁰C’de mayalanıp sarılarak 4-5 saatte mayalanabiliyor ama yoğurt makinesiyle yapılan kadar iyi olmuyor, bu nedenle makine son dönemde favorim. Açlık durumuna göre içine meyve ya da tahıl karıştırarak öğleden sonraları veriyorum. Her gün mutlaka yoğurt yemesine dikkat ediyorum.

Kahvaltıyla da arası iyi. Formül mamanın içine labne peynir, pekmez ve yumurta sarısı koyuyorum. Tahılla koyulaştırıyorum, bebek tahıllarından seçiyorum. Tek tek peynir, yumurta ve ekmek vermeyi denedim ama damaklarıyla çiğnerken yorulduğu için yeterince yiyemedi, yoksa ayrı ayrı da tatlarını sevdi. Hatta öyle yemek daha cazip geldi ama aç kalmasın diye karıştırdım, birkaç dişi daha çıkarsa yeniden deneyeceğim.

 
Muhallebi pek yapmıyorum, tatması için birkaç defa hazırlayıp muzla karıştırıp verdim, sevdi ama gereksiz kalori diye düşündüğümden pek vermedim açıkçası. Zaten ek gıdaya başladıktan sonra tartı alımı arttı. Şekersiz bebek keki deneyimi de yaşadık, onu da çok sevdi.

En büyük sıkıntımız sebzelerle. Birçok defa havuç, patates ve kabak çorbası yaptım. Bir güzel buharda pişirdim, rondo kullanmadım çatalla ezdim, zeytinyağı koydum ve her defasında döktüm. Birkaç hafta önce kendi yediğimiz somon ve brokoliden verdim. Bayılarak yediğini görünce damak tadı olduğuna emin oldum, çocuk tuz, limon olunca sevdi. Annemlerde kaldığı bir gün annem karnabahar verince de aynı tepkiyi göstermiş. Buna dayanamayan annem çorbasına karnabahar ve kıyma katarak bir yenilik yaptı, artık sekiz ayı geçtiği için et ve balık da yiyebileceğinden denemek istedim. İçine biraz limon suyu da katınca bir güzel yedi, çok mutlu oldum. Artık etli çorbaların çeşitlerini deneme zamanı geldi.

Güne sabah sütle başlıyoruz, ben çalışırken annem beslediği için sadece sütünü verip çıkmam gerekiyor ama evdeysem de düzeni değişmesin diye sabah 7 gibi sütünü içiyor. Bebek için süt demek anne sütü ya da formül mama tabi ki. 10 gibi kahvaltısı başlıyor, uzun bir kahvaltı sonrası temizlik ve oyuna sıra geliyor. Bir süre sonra yine uyuyor. Öğle yemeğinde sebze çorbasını yerse kutlama için dışarı çıkabiliyoruz, genelde sitenin parkında ya da tesislerinde oluyoruz, açık havayı seviyor, sıklıkla kısa bir uykusu oluyor. Öğleden sonra da meyveli yoğurt yiyor. Akşam yemeğinde bize eşlik ediyor ama bisküvi gibi ufak şeylerle, 8 gibi yine süt içiyor ve uyuyor. Uzun süredir gece kalmıyor, sabah sütüne kadar yatıyor.

Beslenmesine özen göstermeye çalışıyorum. Yediklerinin organik olmasına dikkat ediyorum. Yumurtasını, sebzelerini, meyvelerini organik alıyorum. Etini babam kendi kasabından seçiyor. Bulaşıklarını ve çamaşırlarını da ekolojik deterjanla yıkıyorum. Cam şişede su kullanıyorum. Nadiren de olsa kavanoz maması yiyor ve ne yazık ki benim hazırladıklarımdan daha çok seviyor ama onların da özenilerek hazırlandığını bildiğimden içim rahat yedirebiliyorum.
 
Bu aralar onu beslemeye çalışırken mutlaka kaşığa uzanıyor, acemice tutup ağzına götürüyor. Beni çok zorluyor ama onun kendi yiyebilmesi için önemli olduğundan fırsat vermeye çalışıyorum. Kek ve bisküvileri de eline veriyorum, henüz kendini besleyebilecek seviyede değil ama en azından ağzına götürüp ısırmayı öğrendi. Bir yaşını geçtikten sonra artık bizim yediklerimizden yiyebilecek, az da olsa tuz ve salça ekleyebileceğiz. Sanırım kızıma daha cazip gelecek, şimdiden sabırsızlanıyorum…

23 Eylül 2013 Pazartesi

Çocuğum “doktor” olsun!

“HP tarafından Rusya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Ukrayna, Türkiye, Güney Afrika, Yunanistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Romanya, Macaristan ve Slovakya'da, bin 653 kişinin katılımıyla meslek tercihlerine ilişkin araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'deki ebeveynler, çocuklarının meslek tercihinde, 'mühendislik', 'girişimcilik' ve 'yaratıcılık tabanlı çalışmaları' ön plana çıkarırken, gazeteci, oyuncu ve sporcu olmasını istemedi. Türkiye'deki ebeveynlerin yüzde 22'si çocuklarına 'doktorluğu' yakıştırırken, aileler için en gözde ikinci meslek yüzde 13'lük oranla bilim insanlığı oldu. Orta ve doğu Avrupa'da da ebeveynlerin çocukları için seçtiği meslek tercihlerinde ilk sırayı doktorluk, ikinci sırayı avukatlık aldı. BAE, Güney Afrika, Türkiye ve Yunanistan'ı içeren Orta Doğu, Afrika ve Akdeniz bölgelerinde ebeveynlerin yaklaşık yüzde 17'si, çocuklarının doktor olması yönünde görüş bildirdi.”

Zaman zaman bu tip haberler yayınlanıyor. Mesleğimiz tüm sıkıntılarına rağmen hala en gözde… Polikliniğe gelen çocuklarda en gözde meslek doktorluk, tabi ailelerin yönlendirmesiyle, bir de hastanede olunca… Düşünüyorum da bizim de çevremizde durum çok farklı değil. Dora için bir meslek tercih etmem gibi bir durumu düşünemiyorum ama Ayhan sık sık doktor olması yönünde hayaller kuruyor. Bizim ailelerimizde de çok farklı değildi. Annemin çocuk doktoru olmamı çok istediğini biliyorum, branşı bile seçmişti. Biz küçükken bilmediği bir şehirde doktor ararken çok zorlanmış, bu yüzden çocuk doktoru olmamı istemiş hep… Onu mu dinledim, bilinçaltı mı bilmiyorum ama istediği oldu. Ailenin daha gerisine bakıldığında uzak kuzenlerde doktorluk oranı oldukça fazla, bir hastane kuracak kadar hekim var ailede, benim kuşağımda, sanırım hepsi söz dinlemiş.

Ayhan’ın ailesinde de durum farklı değil, babası iki çocuğunun da doktor olmasını istemiş, ablası olamayınca Ayhan’ın tıp kazanması onları da mutlu etmiş. Onlarda branş tercihi, ablası fizyoterapist olduğundan ve fizyoterapistler ortopedi doktorlarının yanında çalışabildiğinden ortopedi yönündeydi ama Ayhan daha idealist davranıp zor bir branş seçerek kardiyolog oldu.

Çocuk için meslek seçmek, onu eğitim için yönlendirmek bizim toplumumuzda çok yaygın, tabi bir de üniversite sınavı insanların istediği mesleği yapmasını engelliyor. Bu gibi nedenlerle yaptığı işte mutsuz, fırsatını bulduğunda seveceği alanlara kaymanın hayalini kuran birçok insan var. Bunun için başarı da kriter değil, yeterince başarılı olamadığı için istediğin mesleği yapamayanların yanında, aritmetik başarısı iyi olduğu için üniversite giriş puanları yüksek olan bölümleri tercih etmek zorunda kalıp mutsuz olanların sayısı da az değil. Önemli olan çocuğu iyi tanıyıp yeteneklerini ve tercihlerini iyi gözlemlemek ve mutsuz olmaması için yaşayacağı hayatı kendi seçmesine yardımcı olmak diye düşünüyorum…



Meslek Seçimi ve Meslek Seçiminde Anne-Babalara Öneriler
Kendi hayatlarından ve etrafındaki dünyadan memnun olmayan insanlarla her gün karşılaşırız. Bu insanlardan bir kısmı ilköğretim, bir kısmı ortaöğretim(lise), diğer bir kısmı ise üniversite mezunudur. Hatta bu insanlar arasında yüksek lisans ve doktora eğitimi almış olanlar bile vardır.  Kendi dünyalarından tatmin olmayan 100 kişiden 98’inin nasıl bir dünya istedikleri hakkında zihinlerinde oluşmuş net bir resim yoktur. Daha iyi bir hayat için hedefleri yoktur. Sonuçta değiştirmek için çaba sarf etmedikleri bir dünyada yaşamayı sürdürürler. Bu da onları mutsuz kılmaktadır (Maxwell;Dornan, 1998:146). Çünkü mutluluk için temel şart, uğrunda fedakârlık yapılabilecek önemli bir hedefe sahip olmaktır. Hedefsizlik çalışmamayı, yani tembelliği beraberinde getirmektedir. Tembelliğin olduğu yerde de asla mutluluktan söz edilemez. Kişiyi hedefsizliğe, dolayısıyla severek ve isteyerek çalışmamaya iten en önemli sebeplerden birisi de kendi imkan ve kabiliyetleriyle uyumlu olmayan, severek ve isteyerek seçmediği bir mesleğe sahip olmasıdır (Atkinson&Atkinson, 2010:493).

Meslek seçimiyle ilgili olarak hepimizin bildiği güzel bir fıkra vardır: “Öğretmen öğrencilerine, ileride hangi mesleğe sahip olmak istediklerini sorar. Ali bu soruya şöyle cevap verir: Annem doktor, babam mühendis, abim avukat, ablam mimar, dayım ise öğretmen olmamı istiyor”. Aslına bakılırsa bu fıkra, ülkemizdeki meslek seçimiyle ilgili durumu farklı bir açıdan özetlemektedir. Çağdaş bir toplumda özgür bir bireyin önemli gelişim görevlerinden biri de özgür iradesiyle mesleğini seçmesidir (Tan, 1992:123). Bir kimsenin herhangi bir konuda doğru bir seçme işlemi yapılabilmesi, ya da başka bir deyişle, sağlıklı karar verebilmesi için, her şeyden önce, neler istediğini ve bunları elde edebilmek için ne gibi olanaklara sahip olduğunu bilmesi gerekir (Yeşilyaprak, 2005:193). Bu işlemden sonra, daha iyisi bununla beraber yapacağı işlem, çeşitli seçenekleri inceleyip, her birinin isteklerine ve koşullarına ne derece uygun olduğunu değerlendirmektir. Çarşıya çıkmadan önce alacağı şeylerin listesini yapan ve bunlar için yeterli parası olup olmadığını yoklayan, çarşıdaki malların kalite ve fiyatlarını inceleyerek gereksinmelerine ve parasına uygun bulduklarını alan bir kimsenin davranışı buna örnek olarak gösterilebilir Bu işlemleri dikkatli ve özenli şekilde yapmayan kimselerin hayal kırıklığı ile karşılaşmaları kaçınılmazdır. Bu noktada birey kendi kişiliğini ve yapısını çok iyi tanımalıdır (Senemoğlu, 2011: 72). Bazı gençlerin, meslek seçimi gibi önemli bir kararı oluştururken yukarıda belirtilen gelişim görevini gerektiği ölçüde yerine getiremedikleri ve bu yüzden mutsuz oldukları gözlenmektedir.

Her insanın doğuştan getirdiği kendisine özgü imkan ve kabiliyetleri vardır. İnsanlar hayatları boyunca bunları ortaya koymak, kullanmak ve geliştirmek ister. Bize bütün bu olanakları sağlayacak olan ise mesleğimiz, yani işimizdir (Robbins, 1995:42). Diğer bir ifadeyle bizim doğuştan getirdiğimiz yeteneklerimizin ve daha sonra öğrenme yoluyla kazandığımız bilgi ve becerilerin en iyi şekilde kullanılabilmesi, bizim için en doğru olan meslek alanının seçilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu sayede kişi, kendini gerçekleştirebilecek, yaptığı işi, mesleğini severek yapacak ve kişinin benlik kavramı sağlıklı ve kuvvetli şekilde gelişecektir (Yeşilyaprak, 2005:191). Netice itibariyle birey, yaptığı meslekten sadece maddi bir kazanç elde etmeyecek, aynı zamanda ruh sağlığı için de çok önemli olan psikolojik doyum (kazanç) elde etmiş olacaktır.

Bu ifade ettiklerimizi daha iyi anlayabilmek için, meslek ve meslek seçimi kavramları üzerinde durmamız faydalı olacaktır. Meslek, “bir kimsenin yaşamını sürdürmek, geçimini temin etmek için seçtiği sürekli iş alanı” olarak tanımlanabilir. Meslek kendine özgü az ya da çok bilgi beceri sahibi olmayı gerektiren bir “hizmet” veya “üretim” alanı olabilir. Meslek sadece para kazanma, geçimi sağlama yolu değil “bireyin kendini gerçekleştirme” yoludur. Bireyler diğer çeşitli etkinliklerle birlikte, mesleki etkinlikler yolu ile psikolojik gereksinimlerini karşılamaya, kendini gerçekleştirmeye çalışırlar (Özgüven, 2007:128).

“Meslek seçme”, olası meslekler, seçenekler arasından bireyin kendisine uygun ve istenilir olan mesleği belirlemesidir. Bir süreç olarak, meslek seçiminde birey kendisine açık meslekleri çeşitli yönleriyle değerlendirip, kendi gereksinmeleri yönünden istenilir yönleri daha çok olan birine yönelmektedir. Meslek seçme kararı, bireyin yaşamı boyunca verdiği “öğrenim seçimi”, “eş seçimi” gibi yaşam akışını etkileyecek önemli üç karardan birisidir.
Seçilen bir meslek, bireyin yaşamı boyunca devamlı olarak yapacağı meşguliyetini, başarılı veya başarısız olmasını, devamlı temasta bulunacağı arkadaşlarının türünü, eş seçimini, hayat boyu yaşayacağı çevre koşullarını ve olası yerleri, ailenin kazancını, geçim tarzını ve işini hoşlanarak yapıp yapmamasını, dolayısıyla mutluluğunu da belirleyen önemli bir etmendir. Meslek seçme insanların sevgi, başarı, takdir edilme, beğenilme, güvenlik, bir gruba ait olma, yönetme, yönetilme ve yeni bilgiler edinme ve öğrenme gibi bireysel ve sosyal çeşitli temel gereksinimlerine doyum sağlamaktır (Özgüven, 2007:128).

Kendine uygun meslek seçmiş olan kimseler işlerini severek yapmakta, mutlu ve verimli kişiler olarak meslek yaşamlarını sürdürmektedirler. Buna karşın seçtikleri meslekler, yetenek ve ilgilerine uygun olmayan kimseler ise; çalışmaya karşı isteksizlik duymakta ve iş hayatında verim düşüklüğü yaşamaktadırlar (Tan, 1992:74).

Meslek seçimi konusunda bireyle birlikte aileye de büyük sorumluluklar düşmektedir. Hayatın en kritik anlarından biri olan meslek seçimi konusunda ailelerin son derece dikkatli olmaları gerekmektedir. Bu noktada ailelerin kesinlikle gözden kaçırmamaları gereken nokta, seçilecek meslek kendilerinin değil, çocuklarının mesleğidir (Tan, 1992:122). Dolayısıyla böyle önemli bir konuda aileler çocuklarına rehberlik etmeli, yardımcı olmalı ancak kesinlikle zorlayıcı olmamalıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, severek ve isteyerek seçilmemiş ya da kişinin imkan ve kabiliyetleriyle uyumlu olmayan bir meslek kişiye gerçek başarıyı, huzur ve mutluluğu vermez. Aksine kişiyi sıkıntıya sokar ve bunaltır. Hiç kimse sevmediği bir işle her gün karşılaşmak istemez.

Ne yazık ki bazı aileler, kendi yaşamlarında gerçekleştiremedikleri arzularını çocuklarının yaşamlarında gerçekleştirmek isterler (Gordon, 2005:150). Baba veya anne gençliğinde giremediği bir iş alanında, çocuklarının okuyup meslek sahibi olması için çocuklarına baskı yapar ve onları zorlar. Gencin ilgi ve yetenekleri bu noktada pek göz önünde tutulmaz. Baba otoritesinin egemen olduğu ve baba mesleğini sürdürme çabası içinde olan ailelerde çocukların başarısı ve mutluluğundan çok baba mesleğinin desteklemesi ve sürdürülmesi istenir. Birey, küçük yaştan itibaren baba mesleğini seçecek şekilde koşullandırılır. Genç isteyerek veya istemeyerek baba mesleğine yönelir. Bazı durumlarda ise çocuk ailesine başkaldırır, çocuk-aile ilişkileri bozulur ve bazen de kopar.

Tüm bu ve buna benzer olumsuz durumlarla karşılaşmamak için ve bireyin başarı ve mutluluğu yakalayabileceği bir mesleği seçmesi adına ailelerin şu noktalara dikkat etmesi faydalı olacaktır:

Meslek seçimi konusunda doğru tercih yapabilmek için, kişi öncelikle kendisini çok iyi tanımalıdır. Kişi ancak, imkan ve kabiliyetleriyle paralel, kendisinin severek ve isteyerek seçtiği bir meslekte başarı ve mutluluk elde edebilir, doyum sağlayabilir. Bundan dolayı aileler meslek seçiminde çocuklarına karşı rehberlik etmeli, yardımcı olmalı ancak zorlayıcı olmamalıdır. Son kararı aileler değil, çocuklar vermelidir.

Anne babalar şu ifadelerden özenle kaçınmalıdır; “Ben olamadım sen olacaksın”, “Komşunun çocuğu oldu ama…”, “Bak kardeşin…”, “Ancak senin gibi bir tembel bu alanı seçer…”. Bu ve buna benzer olumsuz ifadeler her zaman için faydadan çok zarar getirir. Aileler ile çocuklar arasındaki iletişimi koparır ve mutsuzluğa neden olur.

Anne babalar, mümkün olduğunca çok teşvik edici sözleri kullanmaya çalışmalıdır. “Çaba gösterdikçe başarılı olduğunu görüyorum.”, “Bu işi yapabileceğini biliyorum.”, “Yaptıklarını takdir ediyorum.”, “Eminim ki bu şekilde çalışmaya devam edersen başarılı olacaksın.”. Teşvik edici sözler ile ulaşılacak nokta; çocuğumuzun kendi geleceğine sahip çıkması, çaba ve gelişmelerinin fark edilmesi ve olumlu yönlerinin vurgulanmasıdır.
Meslek seçimi; yaşamın belli bir alanında verilen bir karardan çok, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Dolayısıyla bu seçim çok dikkatli, itinalı ve özenli şekilde yapılmalıdır. Aceleye getirilmemeli ve birilerinin hatırı için meslek seçimi yapılmamalıdır. Toplumca “kariyeri” yüksek olduğu belirtilen meslekten çok; kişinin kendini gerçekleştirebileceği, mutlu ve başarılı olabileceği bir mesleği seçmesine imkan tanınmalıdır.
Kaynaklar:
Yrd. Doç. Dr. A. AVCI, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Atkinson, Rita; Atkinson, Richard (2010). Psikolojiye Giriş Çev. Yavuz Alogan. İst.:Arkadaş Yayınları.
Gordon, Thomas (2005). Etikili Anne-Baba Eğitiminde Uygulamalar Çev. Birsen Özkan. İst.:Sistem Yayınları.
Maxwell, John; Dornan, Jim (1998). Etkili İnsan Olmak, Çev. Demet Dizman. İst.:Sistem Yayınları.
Özgüven, İbrahim Ethem (2007). Psikolojik Danışma ve Rehberlik. Ankara: PDREM Yayınları.
Robbins, Anthony (1995). İçindeki Devi Uyandır, Çev. Belkıs Çorakçı. İst.:İnkılap Yayınları.
Senemoğlu, Nuray (2011) . Gelişim Öğrenme ve Öğretim. Ankara:PegemA Akademi Yayınları.
Tan, Hasan (1992). Psikolojik Danışma ve Rehberlik. İst.:MEB Yayınları.
Yeşilyaprak, Binnur (2005). Eğitimde Rehberlik Hizmetleri. Ankara:Nobel Yayınları.

Bir "yedi" daha...

Bu hafta evlilik yedinci yıldönümümüzü kutladık. Diğer yıllara göre oldukça farklı bir yıl geçirdik. Üç kişilik bir aile olduk öncelikle, ekibe bir prenses katıldı. Çok yorucu, çok yıpratıcı, çok uykusuz, çok zor, çok eğlenceli, çok huzurlu, mutluluk dolu bir yıl geçirdik kızımın sayesinde…
 
Uzun bir birliktelik sonrasında geçirilmiş yedi yıl olduğu ve birçok şeyi birlikte paylaştığımız için hem karı koca hem arkadaş olduğumuz ilişkimizde asıl bu yıl aile olduk gibi. Bir bebeğin sorumluluğunu almak ilişkide birçok şeyi değiştiriyor, adapte olma süreci oldukça zor geçiyor ama sonucu çok mutluluk verici…
Genelde yıldönümlerini tatille kutlamayı tercih etsek de geçen yıl olduğu gibi bu yıl da uzaklaşamadık, sadece bir hafta sonu kaçamağıyla yetindik. Dora ilk defa bir geceyi bizden uzakta, anneannesinde geçirdi. O etkilenmiş gibi görünmüyor ama onsuz bir gece geçirmek benim için zordu. Ayhan’a göre bu duruma alışmamız hepimiz için iyi olacak, bakalım, özgürlükler nereye kadar…

21 Eylül 2013 Cumartesi

Yeni hastane...

Hayatın sürekli yenilikler getirmesi bir taraftan çok güzel ama biraz da zorluyor. Sürekli değişiklik gösteren bir hayat yaşıyorum uzun süredir. Mesleğimin de bunda payı büyük elbette, biraz da kişilik özellikleri eklenince… Ev, iş, konum, sıfatlar… Sürekli bir değişim hali içindeyim. Bir yılı aşkın bir süredir kızımla birlikte ev kadınlığı konumunda yaşıyordum. Ders çalışmam gerektiği dönemlerde kısa süreli evde kalmalarım olmuştu ama bu defa ki hem daha uzun, hem de çok farklıydı.


Hamile olduğum ilk dönemlerde yaptığım planlar dahilinde bu ay çalışmaya geri dönmek vardı. Neyse ki bir aksilik olmadı, istediğim gibi bir hastane bulabildim. Hatta şartları istediğimden de iyiydi, çünkü bilinen bir grubun yeni açılan, kriterleri yüksek tutulan hastanesiydi ve açılış için eylül ayını planlamışlardı. Aslında evime yakın olduğu ve güzel anılarım nedeniyle doğum yaptığım hastaneyle görüşmeye başlamıştım öncelikle ama şartlarda bir türlü anlaşamadık. Dora küçük olduğu için şu dönemde gece nöbetleri benim için pek cazip değil, yeni hastane yönetimi de bu konuda bana çok yardımcı oldu. Biraz uzak ama benim şimdiye kadar çalıştığım hastanelerin mesafesi düşünülürse çok önemli sayılmaz…
Hastane Şişli’de, Kolan İnternational Hospital… Donanımı ve kadrosu oldukça iyi, yepyeni düzenlenmiş bir hastane. Benim açımdan birçok yan dal, özellikle yenidoğan ve pediatrik kardiyoloji olması çok avantajlı… Bu dönem tanışma ve sistemi öğrenme aşamalarıyla geçti. Bölgeyi bilenler yoğun olabileceğini söylüyor. Bakalım aktif olarak çalışmaya başladığında beni ve tüm ekibi nasıl günler bekleyecek…
 

7 Eylül 2013 Cumartesi

8. ay bitti

Çok keyifli bir ay daha geçti, Doralata artık sekiz aylık oldu. Onunla zaman geçirmek daha da keyifli hale geldi. Tepkileri daha anlamlı, daha rahat iletişim kurabiliyor ve bu aralar çok mutlu, sürekli gülüyor ve her şeye heyecanlanıyor. Onunla geçen her güne şükreder hale geldim. Çünkü onunla geçirdiğim günler artık az kaldı, bir süre sonra sadece akşamları ve hafta sonları görüşebileceğiz. Bunun olması gerektiğini düşünüyorum ama Dora’yla ilgili kaçıracaklarım ben çok üzüyor.

Bu ay biraz daha yakınız birbirimize, bana sevgisini göstermesi ve anlayışı da çok arttı. Yüzümü tutup öpmeye çalışması artarak devam ediyor ve daha başarılı oluyor artık. Biraz daha söylediklerimi anlamaya başladı, algısı çok açık bir bebek ve kolay kabul ediyor. Dokunmaktan, sarılmaktan, birlikte olmaktan çok hoşlanıyor. Tek sıkıntımız saniyeler için bile olsa odada yalnız kalaktan hoşlanmıyor. Ama bu durum sabahlar için geçerli değil, sabah uyandıktan sonra yatağında oyalanabiliyor, ta ki ben onu almaya gidene kadar. Günün ilk karşılaşmasından sonra bir daha yalnız kalamıyor.

Akşam 21’de sütünü içip yatıyor, sabah 8 gibi ben uyanıyorum. Yumurtasını makineye koyup Ayhan’a kahvaltı hazırlıyorum. Sonra Doralata’nın odasına gidiyorum, o ana kadar mırıltılarını duyuyorum ama odaya girmiyorum. Coşkulu bir günaydından sonra günümüz başlıyor. Temizlenmesi, kahvaltısı, biraz oyun, balkon keyfi, bizim yatağımızda boğuşma, ki buna bayılıyor, sonra biraz uyku, anneanne gelmiş oluyor. Gün içinde belki dışarı çıkabiliyoruz, özellikle sitenin havuzuna ve kafesine bayılıyor. Tabi şimdilik sadece izlemeye. Annemle zaman geçirmekten de çok hoşlanıyor. Beslenmesi çeşitlendi ama hala tatlı olmayan şeyleri pek severek yemiyor. Çorba, meyve, yoğurt, muhallebiyi sıraya koyuyoruz. Akşam 18 gibi Ayhan geliyor, onu görünce de çok mutlu oluyor, birlikte oynuyorlar. Sonra banyo ve uyku… Dört aylık olduğundan beri geceleri uyanmıyor, son iki aydır da odasında uyuyor. Yeni düzenimiz bu ama bebeklerin düzeni çok çabuk değiştiği için b ne kadar devam eder bilmiyorum ama en istikrarlı süren bu oldu.

Gelişimi de çok hızlı ilerliyor. Dönmek, desteksiz oturmak artık çok kolay. Henüz emeklemiyor ama sürünerek ilerleyebiliyor. Açıkçası ben de emeklemesi için pek destek olmuyorum, güvenlik ve hijyen takıntılarım endişelenmeme neden oluyor. Zaten emeklemek gelişim basamaklarında yer almıyor. Dora da ayakta durmaya çok meraklı.

Bu ay favori oyuncaklarımız müzikli aynası, içi çe geçen kaplar, halkalar, küpler… Sophie diş kaşıyıcısı zaten her zaman elinde, ya da ağzında. Oyuncaklardan çok bizimle zaman geçirmekten hoşlanıyor, bir süre ilgi görmezse bağırıp, çığlık atarak dikkatimiz çekmeye çalışıyor, başarırsa çığlıklar kahkahalara dönüşüyor. Ellerini çok daha iyi kullanabiliyor, kucağa alınmak istediğinde kollarını açıp uzanmaya, elleriyle çağırmaya, alkış yapmaya başladı. Kolayca uzanıp tutabiliyor, yataktan uzanamadığı oyuncaklarını çarşafı çekerek yaklaştırabiliyor, bunu ilk yaptığında şaşırmıştım, zekice gelmişti, artık sık sık tekrarlıyor. Taklit etmeye çalışmalar, üflemeler, püskürtmeler, heyecanlanınca hızlı hızlı nefes alması çok ama çok sevimli oluyor.

Fotoğraflarını çekmeyi çok seviyorum. Daha şimdiden binlerce fotoğrafı var, hepsini özenle dosyalıyorum. Güzel bir bebek olduğu için, bunu ben söylemiyorum sadece, bir de ortama ve aksesuarlara özenince hoş fotoğraflar çıkıyor ortaya. İlerde seveceğini düşünüyorum.

Bu ay bu kadar yakın olabileceğimiz son aydı, zaten büyüdükçe bu dönemler bitecek. Eminim paylaşımlarımız arttıkça güzelleşecektir ama ben çok özleyeceğim bu masum, bebek hallerini…


8.ay bebek gelişimi

Sürünme becerisi giderek artan bebek, artık yeni keşifler için yola çıkmaya hazırdır. Bebeğin çevresine olan ilgisi ve merakı bu ay doruğa çıkacaktır. Güvenebileceği dürtüleri henüz pek fazla olmadığından, dünyayı kendi çabalarıyla tanıması gerekir. Ancak gördüğü her şeyi bir an önce keşfetmek isteyeceğinden, yaptıklarının tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini henüz anlayamaz. Bu yüzden tipik bir 8 aylık bebek evin içinde oradan oraya hareket eder ve önüne gelen her şeyi düşünmeden yere atar, ısırır veya çeker.

Bu yaşta bir bebek, genellikle hiç desteksiz uzun bir süre oturabilir. Ancak bebeklerin çok azı kendi kendine ve hiç destek almadan oturma pozisyonuna geçebilir. Emekleme kasları kuvvetlendikçe bebek bunları ayağa kalkmak için kullanacaktır. Oturma pozisyonundan ayağa kalkmak karmaşık bir manevra yeteneği gerektirmektedir. Elini nereye koyacağını, ağırlığını nereye yükleyeceğini ve ne zaman ayaklarını kullanacağını anlayana kadar epey deneme yapar. Her zaman kendini biraz daha yükseğe kaldırmaya çalışacaktır.

Bu egzersizleri yapabilmesi için boş bir alan yaratılmalıdır. Bebeğe müdahale etmemeye çalışılmalı, hata yaparak öğrenmesi için kendi haline bırakılmalıdır. Ayağa kalkmayı başardıktan sonra bir süre, ne yapabileceğini kestirmeye çalışacaktır. Daha sonra, önce tek eliyle tutunarak durmayı, sonra da hangi ayağına yükleneceğini öğrenir, bunların hepsi adım atmaya birer hazırlıktır. Ayrıca hangi nesnelerin ve hangi mobilyaların onun ağırlığını taşıyabileceğini, hangilerinin taşıyamayacağını anlar.

Kısa bir süre sonra da kanapeye dayandığında her iki elini de bırakabileceğini keşfeder. Çok sık olmasa da bazı zamanlar dik durmayı becerebilir. Ancak, doğru bir şekilde tekrar yere dönmesi birkaç haftayı bulacaktır. Bunu yapmak için bağırarak yardım isteyebilir veya arkası üstü düşebilir.

Bu yaşta yeme alışkanlıklarını tahmin etmek oldukça zordur. Genelde haftadan haftaya değişir. Bazı bebekler kendi kendilerine yemeyi reddedip, annenin beslemesini isteyebilirler. Bazıları ise yemek işini kendi kendine becermeyi tercih eder. Bazıları da bebek mamalarını reddedip, annenin tabağınızdaki yemeğe el atar. Özellikle diş çıkartırken bebek yemeğe olan ilgisini kaybedebilir, bunun yerine yemeği inceler. Bu konuda çok katı olmayıp, bebeğin istediğini yapmak ve zorla yemek yedirmemek gerekir.

Bu dönemde uyku saatlerini de ayarlamak bir hayli zordur. Her ne kadar bazı bebekler 14-15 aylığa kadar gün içinde iki kez uyusa bile, birçoğu sadece bir defa uyuyabilir. Çok hareketli bir bebek bir kez uyuyabilir, ancak çok yorulmuşsa bu uykunun süresi uzar. Bebekler gece yarısı veya sabah erkenden uyansa da, kendi başına tekrar uyuyabilmeyi öğrenmesi için zamana ihtiyacı vardır. Ağlamalarını kısaltmak gerekir, eğer bebek çok şiddetli ağlıyorsa onunla yumuşak tonda konuşarak rahatlatmaya çalışılmalı, çünkü ağladığı sürece uyuyamaz. Onunla konuşmak, ona sarılmak veya onu biraz sallamak rahatlatıcı olabilir. Ancak bunu yaptıktan birkaç dakika sonra onu yalnız bırakma konusunda ısrarcı olmak gerekir.

Artık bebek nesneleri baş parmağı ile işaret parmağı arasında tutabilir. Ay sonunda bu hareketle kırıntıları veya küçük objeleri eline alabilir. Bu önemli bir aşamadır, çünkü iki parmağı kullanabilmek insanı hayvandan ayıran önemli özelliklerden biridir. Bebek tüm-uzanma-tutma-bırakma sistemini çözmüş durumdadır. Eliyle neler yapabileceği konusunda artık fazla kafa yormasına gerek yoktur ve tuttuğu nesneye rahatlıkla konsantre olabilir. Ayrıca 25 cm uzağa kadar her şeye uzanabilir. Uzanmak, bebeğin etrafını keşfetmesinde önemli bir etkendir. Artık istediği şeyi işaret edebilir ve gözleriyle işaret ettiğiniz nesneyi takip edebilir. Detaylara karşı o denli duyarlıdır ki, odaya yeni koyulan bir nesneyi hemen fark eder.

Bebeğin en sevdiği yerlerden birisi mutfaktır, çünkü orada irili ufaklı bir sürü eşya ve yiyecek ile dolu dolap ve çekmeceler boşaltılmayı beklemektedir. Aşağı raflardaki kırılabilir eşyaları kaldırmak yerinde bir karar olacaktır. Çekmece ve dolap kapaklarını açmasını önlemek için ufak kilitler kullanılabilir. Bebekler ayrıca çöp kutularına bakmayı veya içindekileri karıştırmayı da severler.

Bebeğin dil gelişimi ilk kelimesini söylemeden çok önce oluşmaya başlar ve devam eder. Tek taraflı olsa bile onunla sohbet etmeye devam edilmeli, ona basit ama somut şeyler anlatılmalı. Bebek daha kavramları anlayamaz. Ancak ses ve ritimleri anlayabiliyordur ve söylenenlerden birkaç kelimeyi çıkartabiliyordur. Bebeğin bu dönemde duyduğu kelimelerdeki heceleri taklit ettiği fark edilebilir. Çıkardığı ve anlamsız gelen birçok ses, aslında duyduğu bir sesin taklididir. Sadece doğru harf seslerini henüz çıkartamıyordur. Birinci senenin geri kalan döneminde neredeyse her gün değişim gösterecektir.