24 Şubat 2015 Salı

Okul=ateş

İki yaşını tamamladığı halde Dora’nın henüz hiç ateşlenmemiş olması aslında beni mutlu ediyordu ama “ilk ateş” korkumu da tetikliyordu. Hafta sonu sorunsuzca yatırmıştım, Ayhan benden sonra baktığında Dora’nın sanki ateşi var” diye söyleyince gidip ölçtüm, normaldi. Gece ağlayarak uyandı, pek yaptığı bir şey olmadığı içinh endişelenip kalktık, yüzü kızarmıştı ama ateşi ölçünce düşük çıktı. Soyup vücuduna baktım, kızarıklıklar vardı, dudakları da kurumuştu. Isıtıcı da sorun olmuş, oda sıcaklığı da çok artmıştı, ona bağladık ama derecemizle ilgili şüphelerim de başladı. Muayene ettim, boğazına bakarken kustu. Genelde kusan bir çocuk da değildir. Yediklerini sindirememiş olması da can sıkıcı geldi. Yatağında bırakmaya kıyamadım, fitil koyup yanımıza aldık.

Sabah biraz halsizlik dışında keyfi yerindeydi. Ayhan’ın tüm ısrarlarına rağmen tetkiklerini yaptırmak istemedim. Annemlere gönderdik. Öğlen yeni bir ateş ölçer alarak gittim. Annem konuştuğumuzda iyi olduğu söylemişti. Bence de keyfi yerindeydi ama vücut ısısını ölçünce 39.6° C görmek, fenaydı. Hemen acile götürdük, belirgin odak olmadığ için yolda çocuk cerrahı arkadaşım Bora’yı da arayıp gelmesini istedim. Sondayla idrar almak gerekiyordu ama ben bunu Dora’ya yapamazdım. Hastanede ilk ölçülen vücut ısısı 38.8° C’ydi . Bir fitil, tetkikler derken hepimiz çok üzüldük ve gerildik. Sonuçlarda önemli bir sorun yoktu, viral enfeksiyon geçiriyordu ama ben panikle periferik yaymasından prokalsitonine her şeyi istedim. Ateşi düşünce toparlanıp eve döndük ve Ece’nin doğum günün kutladık. Ertesi gün başlayan hafif ishal dışında sıkıntı olmadı, bir daha da ateşi yükselmedi.

 
Tetkiklerinden daha önce CMV enfeksiyonu geçirdiğini öğrenince şaşırdım. Ben ki Dora’yı elimden geldiğince korumaya çalışıyorum ama izole etmedikçe enfeksiyonları engellmek mümkün değil. Belki Arda’dan, belki de gittiğimiz oyun gruplarından almış olabilir, neyse ki klinik bulgu vermeden geçirdi.

Hastalarımdan biri olsa bir kaç gün ateş düşürücüyle takip etmesini önereceğim bu durumda biraz derecemizim hatasından, biraz da ilk ateşlemesi olduğundan agresif davrandığımı biliyorum. Belki annelik içgüdüleri profesyonel hayatta bildiklerimin önüne geçebiliyor. Herhangi bir şeyi atlamamak için fazlasıyla kontrolcü davranıyorum. Dora’nın biraz canı yanıyor ama olgun bir çocuk olduğundan, iyileşmesi için yaptığımız söyleyince anlayabilir. Her şeye rağmen hastaneyi ve arkadaşlarımı seviyor...

 
Çocuklarda yüksek ateş
Ateş vücut ısısının günlük oynamalarının üstüne çıkması olarak tanımlanan bir belirtidir. En sık nedeni enfeksiyonlar olsa da enfeksiyon dışı nedenlerle de yükselebilir. Ateş yüksekliği çocukları olan aileleri çok fazla endişelendirmekte ve bazı yanlışlıklara yönlendirmektedir. Bu yüzden yüksek ateş sırasında gereken müdahaleleri ve yapılmaması gereken davranışları bilmek ebeveynler için önemlidir.

Öncelikli olarak ölçüm sonucunun değerlendirilmesi bilinmelidir. Normal vücut ısısı 36.5-37ºC dir. Yapılan ölçümün, koltuk altından 37°C, ağızdan 37.5°C, kulaktan ve rektal 38°C üzerinde olması ‘ateş’ olarak tanımlanır. Aşırı ateş (hipertermi) ise 41°C üstü olarak tarif edilmelidir.

 
Ateş yüksekliği çocuklarda genellikle geçirilen enfeksiyonun en erken belirtisi olurken bazen de normal vücut işlevi sırasında da yükselmektedir. Ancak gün içinde sıkı giyinme, egzersiz yapma, havanın sıcak olması gibi etkenler bağlı olarak yükselebilir. Bu durumlarda, çocuğu oda sıcaklığında (24°C) yarım saat beklettikten sonra ölçümün tekrar edilmesi gerekmektedir.

Ateş ölçümü ağız, kulak içi, koltuk altı ve makattan yapılabilir. Ateş ölçümünde en pratik yöntem koltuk altından veya deri yolu ile ölçümün yapılmasıdır. Deri yolu ile ölçüm yaparken çocuğun çok sıkı giyinmemiş olmasına, ve ölçümün boyun, kasık gibi ana arterlerin olduğu bölgelerden yapılmamasına dikkat edilmelidir. En güvenilir sonuçlar kulaktan yapılan ölçümle alınabilir.

 
Ateşli hastayı değerlendirirken asıl önemli olan hastanın genel durumu ve eşlik eden şikayet veya bulguların olup olmamasıdır. Sadece ateş yüksekliği enfeksiyonun kesin göstergesi olarak kabul edilmesi yanlış olabilir ve gereksiz yere ilaç kullanımına yönlendirebilir.

Ateşle birlikte, halsizlik, uyuklama, titreme, iştahsızlık, başağrısı, baş dönmesi, kulak ağrısı, burun tıkanıklığı, ishal, geniz akıntısı, karın ağrısı, kusma, üç günden uzun süren balgamlı öksürük gibi belirtilerin olması büyük olasılıkla enfeksiyon lehine yönlendirecektir. Tabi ki enfeksiyonun tanısı hikaye ile sınırlı değildir. Mutlaka fizik muayenesi gerekirse kan tahlilleri ile doğrulandıktan sonra doğru ve akılcı ilaç tedavisine başlanmalıdır.

 
Ateş yüksekliği, çoğu zaman akşam aile bireyleri ile evdeyken çocuğun her zamankinden daha uysal ve daha yorgun bir şekilde davranması, uyuklama halinin görülmesi ile fark edilir. Akşam yemeğinde iştahsız olması veya yemek sonrası kusma görülmesi yine ateşin yükselebileceğini işaret etmektedir. Birçok aile bireyinin yaptığı en büyük yanlış çocuğun ateşi yükseldiğinde evde hiçbir müdahale yapmadan büyük bir telaş içinde acil servise başvurulmasıdır. Şu unutulmamalıdır ki ateş yüksekliğine ilk müdahale yöntemi sıvı içirilmesi, ince kıyafetler giydirilmesi ve çocuğun aktivitesinin azaltılmasıdır. Ateş 39°C üzerinde ise ateş düşürücü daha önce hekimin önerdiği dozda verilmelidir. Ateş düşürücü verildikten 30-60 dakika sonra hala ateş yüksekse ılık su ile duş aldırılmalıdır. Çocuğa duş aldırırken dikkat edilmesi gereken nokta kesinlikle titremesini engellemektir. Çocuk titremeye başlarsa suyun sıcaklığını kademeli olarak artırılır.

Ateş yüksekliğini fark eden  aile bireylerinin telaşlanmadan ve hekime başvurmadan önce evde ilk müdahaleyi mutlaka yapması gerekmektedir. Özellikle 6 ay ile 2 yaş arasında ilk ve tek çocuğu olan aile bireyleri acil servise çok aşırı bir stres ve endişe içinde başvurmaktadır. Oysaki endişelenmek yerine evde yapılması gerekenlerin bilinmesi ve uygulanması hem aile hem de çocuk için çok daha rahatlatıcı olacaktır.

 
Ateş yüksekliği olan çocukların, çok sıcak ortamlarda bulunmaması, üzerine sıkı kıyafetler giydirilmemesi, yatarken yün yorgan ve kalın battaniye kullanmak yerine ince yorganlar kullanması, soğuk su ile duş aldırılmaması, çok sıcak yiyecek ve içeceklerin verilmemesi, sirke, alkol, kolonya gibi irrite edici maddeleri vücuda temas etmesinin engellenmesi ve olabildiğince sakin ve gürültüsüz bir ortamda dinlenmesinin sağlanması  gerekmektedir.

Ailelerin ateşle ilgili bilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise ateşin bir hastalık değil, bulgu olduğudur. Bu sebeple hastalık-enfeksiyon kontrol altına alınana kadar (çoğu zaman bu süre 48-72 saat sürer) ateşli ve ateşsiz dönemler birbirini izleyecektir. 72 saatten uzun süren ateş durumunda hekime tekrar başvurulmalıdır.

Ateş yüksekliğine müdahale ettikten sonra ateşin belli düzeylerde tutulması için düzenli bir şekilde ateş düşürücü ilaçların kullanılması gerekmektedir. Vücudumuzda oluşan ateş beyin içerisinde hipotalamus denilen bölge tarafından kontrol edildiği için ağızdan alınan ateş düşürücülerin etkisi çok fazladır. Bu bölge üzerine düzenli olarak etki etmesi için kullanılan ateş düşürücülerin 6 veya 8 saatte bir düzenli bir şekilde verilmesi gerekmektedir.  Ateş düşürücü verilmeden önce hastanın ateşi tekrar ölçülmeli ve ateşi yüksek değilse ateş düşürücü dozu ateş yükselene kadar ertelenmelidir.

 
Ateş yüksekliği olan çocuklara yeterli derecelerde sıvı takviyesinin mutlaka yapılması gerekmektedir. Çocuklarda ateş yüksekliği sıvı kaybına neden olur. Bu yüzden ateşli hastalık dönemlerinde çocuklara normalden daha fazla sıvı vermek gerekmektedir. Su, ılık çorba, taze sıkılmış meyve suları günlük ihtiyacı olan ve ateş nedeni ile kaybedilen sıvıyı yerine koymaya yardımcı olacaktır.

Yüksek ateşli hastalık geçiren çocuklar, evde ateşsiz 24 saat geçirdikten sonra okula gidebilir. Okula başlama zamanı ile ilgili hekimin ek önerisi varsa mutlaka buna uyulmalıdır.

Düzenli olarak ateş düşürücü ilaç verildiği halde ateş yüksekliği olan çocuklarda sık sık ılık duş aldırılması ateşin hızlı bir şekilde düşmesine yardımcı olacaktır. Hekim kontrolü dışında antibiyotik başlanmamalıdır.

 
Ateşli bir bebek 3 aydan küçükse mutlaka hekimine veya acil polikliniğe başvurmalıdır. 3-6 ay arasındaki çocuklarda ateş yüksekliğinin 38.5°C'nin üzerinde olması, ek olarak, beslenmenin zayıflaması, sık kusmaların ortaya çıkması, vücudunda aniden ortaya çıkan mor beneklerin veya kızarıklıkların görülmesi, huzursuzluğunun olması, ağlama nöbetlerinin görülmesi, uykuya meyillin fazla olması, ishalinin olması, ağlarken gözyaşlarının az gelmesi, ağız kuruluğu; 6 aydan büyük çocuklarda 39°C veya daha yüksek ateş ölçülüyorsa ve buna ek olarak; ateş düşürücü verilmesine rağmen ateş yüksekliğinin devamlı olması halinde, yeterli sıvı almada veya beslenmede güçlük çekiyorsa (sık kusmaları veya günlük 6 ve üzerinde ishali varsa); sık idrara çıkma hikayesi ayrıca idrar yaparken yanma hikayesi varsa en kısa zamanda hastaneye baş vurulmalıdır. Bunun dışında kalan çocuklar, evde gerekli müdahale yapılarak sonraki gün poliklinik muayenesine getirilmelidir.

20 Şubat 2015 Cuma

Terrible two!

Çok bilinen, sık yaşanan, anneleri gerçekten korkutan bir dönem “iki yaş sendromu”... Dora’dan çok daha önce bildiğim ve çözümü üzerine düşündüğüm için hazırlıklı olduğumu söyleyebilirim. Bu dönemde annelerin küçük melekleri bir anda canavara dönüşebiliyor. Bir çok hastamda bunu yaşadım. Benim felsefem ve her zaman önerdiğim karşımdakinin çocuk olduğunu unutmamak, aslında bu kadar basit. Bence en büyük hata küçücük bebeği erişkin yerine koyup ona aynı şiddette tepkiler vermeye başlamak, bebekle onun yaptığı gibi inatlaşmak.

 
 
Dora doğduktan hemen sonra ona hissettirmeye çalıştığım hep aynı tarafta olduğumuz. Her zaman en çok istediğim şeyin bana güvenmesi olduğunu söylerim. Öyle bir bilinç yerleştirmek istiyorum ki, ergenlik döneminde dahi, her zaman “annem benim için iyi olanı yapar” diye düşünsün. Aslında korktuğum dönem o zaman, onun için kendime pek güvenmiyorum ama zaten iki yaş içinde “küçük ergenlik” denmez mi?

Çabalarım işe yaradığından mı, yoksa herkesin söylediği gibi Dora iyi huylu bir çocuk olduğundan mı bilmiyorum ama çok sert geçmiyor bizim evde bu dönem. Bence Dora’nın da sivri köşeleri var, ama ben onları törpülemek için çok uğraşıyorum, çok kontrollü davranmaya çalışıyorum. Sinirlendiği oluyor, kendini yerlere atmadan önce tepkisini küserek gösteriyor benim kızım. Evet, biraz naif davranıyor, başını eğiyor, yüzünü asıyor, bir köşeye gidip arkasını dönüp oturuyor ama asla cevap vermiyor. Benim bu dönemdeki tepkim onun seveceğini, ilgileneceğini bildiğim herhangi bir şeyi ortaya atmak oluyor. Önce göz ucuyla bakıyor, sonra gülerek geri dönüyor. Sarılıp barışıyoruz.

 
Son bir kaç haftadır yarıyıl tatili nedeniyle kuzeniyle fazla zaman geçiriyor. Ne yazık ki Arda istediklerini ağlayarak yapmayı öğrenmiş bir çocuk oldu. Dora’da ondan taktikleri öğrendi, hatta anneme uygulamaya çalışıyor ama eve geldiğinde sökmediğini fark edince yine normale dönüyor. Son günlerde sorduğum her soruya "hayır" diyerek cevap vermeye başladı, sanırım zamanı geldi. Bu durumun en kolay çözümü de seçenek sunmak, seçmesi gerektiğinde cevap "hayır" olamayacağı için kendiliğinden çözülmüş oluyor. O da, kendi istediğini yapmanın mutluluğunu yaşıyor.

Her yerde yazan ama uygulamanın çok zor olduğu yöntemler bu konuda kesinlikle geçerli. Bu dönemin geçici olduğunu bilmek, çocukla inatlaşmamak ve seçenek sunmak... Kesin sonuç için bir çok kez denenmiş ve kanıtlanmış yöntemler. Psikolojik olarak sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek için farkındalık sahibi ve kontrollü olmak gerekiyor. Bu dönem elbette geçecek ve on yıl sonraki ergenlik dönemi çok daha zor olacak...


İki yaş sendromu

Çocuklar bazı dönemlerde gelişimsel özelliklerinden dolayı, anne-babalarının isteklerine karşı çıkabilir, kendi istekleri doğrultusunda davranmak konusunda inatçı olabilirler. Bu dönemlerin ilki yaklaşık 18ay-30 ay arasındaki dönemdir. Çocuklar bu dönemde anne-babanın kontrolünden çıkmaya çalışır ve kendilerini var etme çabasına girerler. Büyüdüklerini ispat etmek isterler. Kendini ve isteklerini çevresindeki herkese kabul ettirmeye çabalarlar. Başka davranış yöntemi bilmediklerinden saldırgan ve inatçı tavırlar sergiler.

Her çocuk kendine özgü özelliklerle dünyaya gelir ve büyüdükçe bu özelliklerine göre kişiliği gelişir. 0-1 yaş arasında geçen dönemde çocuğun ruh hali, o andaki fiziksel ihtiyaçlarına ve anne-babasına göre şekillenir. İstekleri çoğunlukla fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesi yönündedir ve bu ihtiyaçlarının giderilmesinde elbette ki anne-babasına bağımlı durumdadır. Duygularını yaşarken de anne-babaya bağlıdır, bebeğin duyguları annenin duygularının yansıması gibidir. Bir yaşından sonra bebek hızla gelişir ve bazı şeyleri anneye ihtiyaç duymadan kendi başına yapmaya başlar. Bebek bağımsız yürümeye başladığında, annenin onun elinden tutmasına ve onu yönlendirmesine giderek daha az ihtiyaç duyar. Böylece ilk kez, kendi istediği yönde yürümeye ve annenin onu sınırlandırmasına itiraz etmeye başlar. Bu dönem, gelişimin çok hızlı olduğu, hem anne hem de bebek açısından çok heyecanlı bir dönemdir. Bebek artık kendi seçimini kendi yapma konusunda inat eder. Bu dönemin en belirgin özelliği bebeğin artık her şeye itiraz etmesi ve “hayır” sözcüğünü çok sık kullanmasıdır. Bu nedenle bebek ve anne arasında ilk “çatışmalar “ başlamış olur. Bu çatışmayı hemen hemen her alanda gözlemlemek mümkündür. Yemek yeme, uyuma, giyinme artık bir savaş haline gelmiştir. Üstelik anne-baba bu konuda ısrarcı oldukça çocuk daha fazla direnir ve sonuçta işin içinden çıkılmaz bir duruma girilir.

 
Anne ve babaya yardım etme isteği ve hayal kurma gücü de bu dönemde artış gösterir. Çocuklar bir yaşından sonra çevresindeki her şeyle daha çok bağlantı kurar adeta keşif yapmaya başlarlar. Sosyalleşmenin ilk adımlarını atarlar. Etrafını ve kendi  becerilerini kontrol edebileceklerini fark ettiklerinde de bu becerilerini kullanmak isterler. Bu süreç içinde dışarıdan yapılan müdahalelerden rahatsızlık duyarlar. Her şeyi yapabileceklerini zannederler. Becerilerinin kısıtlı olduğunun farkında değildirler ve dış kontrole ihtiyaçları vardır. Çevreden gelen uyarılar onları fazlasıyla rahatsız eder. Ebeveynlerinin tutumlarına karşı gelmeye başlarlar. Kendilerine yetmedikleri zaman bile yardım almayı reddedebilirler. Yaşadıkları iç çatışma ve huzursuzluk iki yaş sendromunu ortaya çıkarır.

Çocuklar artık olaylar arasında basit ilişkiler kurabilme düzeyine gelmiştir. Bu dönemde, anne-babaların tüm isteklerini  yaptırmaya çalışmamaları, çocuklarla inatlaşmamaları çok önemlidir. Çocukların inatlaşmaları ve direnmeleri konusunda, anne-babaların tutumlarını esnetmeleri, çatışmaların azalmasına yardımcı olacaktır. Uyku ve yemek saati gibi net kurallar olmalıdır ancak basit konular değişebilir. Anne-babalar kuralları esnettikleri zaman kendilerini yenilmiş hissetmemelidirler.

 
Anne-baba olarak çocuklar, istenilen davranışları sergilemediği zaman onlara öfkeli davranılmamalıdır. Kısa, net bir dil  kullanarak, kararlı bir tavırla çocuğa kuralı hatırlatmak başarılı olacaktır. Çocuk öfke krizine girdiğinde ona bağırmak yerine, duygusunun anlaşıldığını ifade edip ve ağlamasına izin vermek iki tarafı da rahatlatacaktır. Kriz anında ağlamasını ve inatlaşmasını engellemek için tehdit ve rüşvet yollarını kullanmak ilişkiye zarar verir. Çocukla iletişim kurarken, olumsuz sıfatlar kullanmamaya özen göstermek, olumlu davranışlarını sözel olarak pekiştirmeye çalışmak, çocuğun doğal davranışlar sergilemesine fırsat vermek, gelişimine fayda sağlayacaktır. Bu dönemde çocukların kişiliklerinin gelişmeye başladığı unutulmamalıdır. En iyi çözüm, çocuğa 2-3 seçenek sunmak ve kontrolün kendisinde olduğu duygusunu hissetmesini sağlamaktır. Anne-babanın kendi dediğini yaptırmak için ısrar etmeleri ve bu nedenle çocuğu cezalandırmaları, baskı uygulamaları durumu daha kötü bir hale getirebilir.
Bu dönemde gözlenebilecek bir başka önemli sorun “öfke nöbetleri” ve” tutturmalar”ın sıklığının artmasıdır. Çocuk istediği bir şey olmadığında veya bir şeyi yaptırmak istediğinde şiddetle ağlayabilir, kendisini yerden yere atabilir, oyuncakları atabilir, anneye babaya vurabilir, hatta bazen kendisine zarar vererek isteğini yaptırmaya çalışır. Bu durumda anne-babanın yapması gereken ağlayarak, kendisine veya çevresine zarar vererek istediği şeyi elde etmesine asla izin vermemek, böyle davrandığında görmezden gelmek, mümkünse yanından uzaklaşıp, susmasını beklemek olmalıdır. Bu sırada onunla konuşmaya, onu susturmaya çalışılmamalıdır. Sustuktan sonra onunla konuşulabilir, ilgi gösterilebilir. İstediği şey olabilecek ve makul bir istekse ağlamaya, tepinmeye başlamadan isteğini yerine getirmek, her şeyi ağlayarak isteme davranışı yerleşmesini engelleyebilir. Önemli bir noktada, “hayır denilen şeyleri gözden geçirip, hayırları olabildiğince azaltmaya çalışmak, onun yerine seçenekler sunmaktır.

Bu dönemden çocuktan çok ailenin tutum ve davranışlarını düzeltmek önemlidir. Öncelikle anne-babanın bu dönemin geçici bir dönem olduğunu, çocuğun göstermekte olduğu olumsuz davranışların nedeninin aslında çocuktaki gelişmenin bir sonucu olduğunu kabul etmesi gerekir.

16 Şubat 2015 Pazartesi

Çocuk tiyatrosu

Günümüzdeki bir çok anne baba gibi kızımın sosyal deneyimlerini erken yaşamasını istiyorum. Olgun bir çocuk olduğundan, ya da öyle alıştığı için, genellikle sorunsuz geçiriyoruz. Iki yaşını bitirdiğinde yapmayı planladığım aktivitelerden biri de tiyatroya gitmekti. Zaten Arda'dan duyduğu için hevesleniyor ama bilmediği için anlamlandıramıyordu bir süredir. İki yaşı öyle bir "hedef" haline getirmişim ki kendi kendime Aklımda her zaman bir "yapılacaklar listesi" taşıyorum.


Çocuk oyunlarına bir süredir bakıyordum. Hem yerinin, zamanının uygun olması gerekirken, hem de yaşına göre ve klasik bir oyun izlemesini istiyordum. "Alice Harikalar Diyarında" benim için uygun oldu. Zamanı da ayarlayınca çok önceden bilet aldım. Dolayısıyla salonda yerimiz Dora'nın oyunu rahat  izlenebilmesi için çok uygundu. Bunun da payı var mı bilmiyorum ama Dora gösteriyi çok sevdi. 


Uyku ve beslenme saatlerini ayarlayarak gittik, yine önce hayran hayran baktı, çocukların tepkilerini izledi, salonda en küçük oydu. Sonra alıştı ve diğer çocuklar gibi yorum yapmaya başladı. Tüm oyun boyunca konsantrasyonu bozulmadan izleyebildi, hatta bitmesini istemedi. Canlı performans ona beyaz perdeden daha çekici geldi. Oyun da gerçekten çok keyifliydi, ailecek güzel bir gün geçirmiş olmanın mutluluğuyla döndük eve...

9 Şubat 2015 Pazartesi

Okulun ilk günü

Bir süredir çok heyecanla bekledik bu günü... Aslında bir yılı aşkın bir süredir beraber oyun gruplarına gidiyoruz ama bu defa bambaşka, yalnız başına okula gidecekti benim prensesim. Ara sıra “ne çabuk büyüdü?” diyorum kendi kendime ama aslında çok da büyümedi, artık çocuklar erken başlıyorlar bir çok şeye. Hem Dora’nın sosyal gelişimi açısından, hem eğitimi için hem de annemin kendine zaman ayırması gerektiğini düşündüğümden çok önce karar vermiştim iki yaşını bitirdiğinde okula başlamasına. Kendi başına iyi idare edeceğini düşünüyorum, oyun grubunda son zamanlarda bana ihtiyaç duymuyor zaten. Beni endişelendiren beslenme ve temizliği sadece. Yarım gün gideceği için yemek de çok sorun olmaz sanırım ama tuvalet eğitimi tamamlanmadığı için biraz çekincelerim var. Öğretmenler beni bu konuda rahatlatıyor, hatta okulda eğitimi daha çabuk tamamlayacağını söylüyorlar, bakalım zamanla göreceğiz.

 
Geçen yazdan başlamıştım seceğim okul için araştırmalara, eylül gibi karar vermiştim. Aslında kalbimden geçen oyun grubundan tanıdığı için Gymboree’ye devam etmesiydi. Okul öncesi gruba 30 aydan sonra almaya başlamaları, okul yarım gün olduğundan annemler yazlığa gittiklerinde öğleden sonraları ne yapacağım gibi çekincelerim olduğu için listeye alamamıştım ne yazık ki. Beraber gittiğimiz bir kaç kreş görüşmesi sonrasında annem de Gymboree’ye gitmesini istediğini söyledi. Yine beraber gittiğimiz bir oyun grubu çıkışında Gymboree’nin yöneticisi olan hanımefendi “Dora’yı artık okul öncesi gruba alalım” diye söyleyince ben hemen “evet, bence de alın” dedim. Artık oyun grubunun ona yetmediğinin farkındaydılar. Dora iri bir çocuk olduğu için yaşının küçük olabileceğini düşünmemişti, oysa ki bunu söylediğinde henüz 22 aylıktı. En sonunda ikinci dönem başladığında, Dora 25 aylık olduğunda, deneme için derslere katılmasının uygun olacağına, uyum sağlarsa devam edebileceğine karar verdik. Öğleden sonralar hala sorundu ama annem içine sinen okul olması için yazlığa gitmemeyi bile teklif edince her şey biraz daha kolaylaşmış oldu. Ben bir kaç oyun ablası için arayışa girmiştim aslında...

 
Bir süredir oyun grubuna gitmediği için Dora çok özlemişti okulunu. Giyinip her dışarı çıktığımızda “Gymbo’yaaa” diye istediğini söylüyordu bize. Bu sabah için ben de hastaneyi ayarladım, çantamızı hazırladık ve okul için yola çıktık. Gittiğinde çok mutlu oldu. Bildiği ortamda tanıdığı insanlar tarafından çoşkuyla karşılanmak çok hoşuna gitti. Öğretmenlerine sarıldı öptü önce, daha sonra oyun salonuna gitmek istedi ama bu defa sınıfa gitmesi gerekiyordu. Şaşırdı biraz, yeni girdiği her ortamda yaptığı gibi bolca gözlemledi, sadece ona söylenenleri yaptı. Kendi kendine kazandığı bir koruması var, çok iyi bir gözlemci ve gördüklerini ayrıntılarıyla kaydedebiliyor. Eminim birkaç gün sonra daha aktif olacaktır. Zaten öğretmenlerine ve ilk gün olduğu için çocukları bir kenarda olan annelere bu günkü hali bile fazla “girişken” geldi.

 
Ders bittikten sonra Dora’nın kendinden en az altı ay büyük çocukların olduğu bu grupta sorun yaşamayacağına emin olduk ve kaydını yaptırdım. Arlet öğretmen onlara güvendiğim için bana teşekkür etti ama aslında Dora’yı küçük yaşta kabul ettikleri için ben onlara minnettar oldum. Yeşilköy Gymboree’nin tanıdık ortam avantajıyla birlikte uluslararası bir kurumun şubesi olması ve derslerin İngilizce ilerlemesi benim için de her zaman tercih önceliği sağlıyordu. Görüşmek için gittiğim diğer kreşlerde üç yaştan önce yabancı dil eğitimine başlanmıyordu. Ama şu anda her şeyi o kadar hızlı öğreniyor ki, bu dönemi kaçırmak istemiyorum. Bence yaşına göre zaten düzgün bir Türkçeyle konuşuyor, kelime hazinesi oldukça geniş, zamirleri, edatları uygun kullanıyor ve cümle yapılarını doğru kurabiliyor. Yabancı dil öğrenmesinin ana dilini bozacağını sanmıyorum. Derslerde sınıflarda iki ya da üç öğretmen oluyor, müzik, sanat, dans ve jimnastik sınıfları ayrı ve bence oldukça başarılı. Diğer kreşlere göre belki biraz daha maliyetli olacak ama değeceğine eminim.

 
Uzun süredir aklımda olan bir günü de böylece iyi şekilde atlattık. Önünde uzun bir eğitim dönemi olan kızımın ilk onu günü unutulmazdı. Umarım okula her zaman mutlulukla gider ve hep isteyerek öğrenir. Bizim kuşağımızın klasik aileleri gibi akademik bir beklentimiz yok Dora’dan, sadece iyi hissettiği şeyleri yapmasını diliyorum.  Öğrendiği her şey onu mutlu etsin yeter, başarı nasılsa gelecektir…





8 Şubat 2015 Pazar

İlk sinema deneyimi

Anne olmak için çok hevesli değildim, sürekli erteledim ama Dora doğduktan sonra hemen büyümesi ve onunla bir şeyler paylaşmak için çok hevesleniyorum. Sohbet edebilmeyi çok istiyordum. Artık cümle kurabiliyor, bana gün içinde yaptıklarını anlatabiliyor, en önemlisi beni çok sevdiğini söyleyebiliyor. Akşamları uyumadan önce o gün yaptıklarını ve ertesi gün yapacaklarımızı konuşuyoruz. Onu sevindiren, üzen şeyleri anlatıyor. O kadar güzel mimikler yapıyor ki, çok şirin oluyor, sarılmak, öpmek, hatta onu içime sokmak istiyorum. Her akşam birbirimizi ne kadar sevdiğimizi tekrar tekrar söylüyoruz ve öyle uyuyoruz.

 Bir süredir kafamda olan aktivite onu tiyatro ve sinemaya götürmekti. Uzun süre konsantre olamayacağını tahmin etsem de sadece tecrübeetmesini istiyordum. Tiyatro için plan yaptım ama yarıyıl tatili nedeniyle sinemalara bir çok çocuk filmi geldiği için sinemaya gitmememiz daha önce oldu. Hafif, yumuşak, sakin, masal tarzı bir film istiyordum. 7 cüceler benim için çok uygun oldu. Sabah ben gidip biletlerimizi aldım, görevli uyum gösteremeyecekleri için 3-4 yaş altını pek istemediklerini söylese de ben Dora’ya güvendiğim için denemek istedim. Anne ve babasıyla aktivite yapmak onu çok sevindirdiği için zaten mutlu girdi salona. Önce şaşırdı, oturmak ona sıkıcı geldi ama perdede görüntü çıkınca ilgisini tamamen topladı. Ardarda “anne bu ne?” diye sormaya başladı. Bir süre sonra alıştı, pür dikkat filmi izledi, arada yorumlar yaptı. Hatta ilk yarı sonrası ara verildiğinde bittiğini sdanıp üzüldü.

 
İkinci yarı sıkılmaya başladı, uykusu geldi, kucağıma almamı istedi. Bir süre de benim kucağımda izledikten sonra “uykum geldi, eve gidelim” demeye başladı. Zorlamak istemedim, hemen çıktık. Çıkınca uykusu açıldı, soluğu oyuncakçıda aldık. Sonunu beklemeden çıktığı için konuya çok da konsantre olmadığını, sadece görüntüleri izlediğini anladım. Bence ilk deneme için oldukça başarılıydı. Merak etti, ilgilendi, uyum sağladı. Üçümüz için de güzel bir tecrübe oldu. Haftaya tiyatro denememiz olacak ama daha öncesinde bu hafta okula başlayacağı için çok büyük bir heyecan var bizim evde...
 
 
Çocuklar ve sinema
Uzmanlara göre 3 yaş, birlikte sinema deneyimi yaşamak açısından başlangıç yaşı sayılabilir. Ancak her çocuğun ayrı birer birey olduğunu ve farklı özelliklere sahip olduğunu unutmamak gerekir. Üç yaşında bir çocuk sinemada film izlemekten zevk alırken 5-6 yaşında başka bir çocuk bunu çok sıkıcı bulabilir. Aslında bu zamanı en iyi çocuk belirler. Sinemaya ilk kez gidildiğinde neyle karşılaşacağını çocuğa öncesinde anlatmak daha kolay algılamasını sağlar.

Filmin iyi seçilmesi çok önemlidir. Büyükler için yapılmış aksiyon ya da komedi filmlerinden çocuklar zevk almazlar ve doğru da değildir. Mutlaka bir çocuk filmi seçilmelidir. Sinemaya gitmeden önce evde fragmanı birlikte izleyerek çocuğun reaksiyonuna göre de karar verilebilir.

 
Sinema saatinin çocuğunuzun temel ihtiyaçlarının giderilmiş olduğu bir saate denk getirilmesi gerekir. Tok, uykusunu almış ve tuvalet ihtiyacını gidermiş olmasını ilgisini toplamasına yardımcı olacaktır.

Çocukların ilgilerini uzun süre bir noktada toplamaları mümkün olmayabilir. Tuvalete gitmek isteyebilir ya da ayağa kalkıp gezebilir. Sıkıldığını ifade eden bu hareketler gözlemlendiğinde dışarı çıkılabilir. Kapıya ya da çıkışa yakın oturmak işleri kolaylaştırır.