29 Ekim 2012 Pazartesi

Bayramlık


Kızımla bir bayram daha ya da kızım olmadan son bayramı kutladık… Umarım bir daha ki bayramda o da bizimle olacak, bu defa karnımdaydı. Cumhuriyet bayramıyla birleşen kurban bayramı nedeniyle uzayan tatili fırsat bildik, havanın güzel olması da işimize geldi, bir kaçamak yaptık. Muhtemelen prensesten önceki son kaçamak oldu. Annemleri de dahil edince oldukça hareketli oldu.

İlk gün klasik bayram ziyaretleri yaptık, uzun zamandır yapmıyorduk, özlemişiz, bir daha ki sefere prensesi el öptürmeye dolaştırırız artık. Sonra da toplanıp Şile’ye kaçtık. Şile’yi çok severiz zaten, hatta düğünümüzü bile orada yapmayı düşünmüştük bir ara. Yine çok güzel ve huzurluydu. Ardacık coştu, benim kızım da tatlıları yiyince karnımda resmen takla atmaya başladı, varlığını hiç unutturmadı, bizi çok mutlu etti. Cumhuriyet bayramını da Şile’deki törenle kutladık. Bir süredir bu tatili bekliyorduk, hepimize iyi geldi.

Şimdi önümdeki basamak YDUS… Çok hazırlanamasam da sırada artık sınav var, dört hafta kadar kaldı, sonra da kızımın odası ve diğer hazırlıkları yapmayı planlıyoruz. İki gün sonra kontrolüm var, 28 haftayı tamamladık, artık penguen gibi dolaşıyorum ortada, eğleniyorum…

23 Ekim 2012 Salı

Kırmızı pabuçlar

 

Çoğu kadın gibi ayakkabıları severim, kırmızıyı da severim, kırmızı ayakkabıları daha çok severim. Küçük kız çocuklarının mutlaka bir “kırmızı pabucu” olur zaten, parlak, rugan, şirin mi şirin… Benim prensesimin kırmızı pabucu ise çok erken alındı. Annemlerle çıktığımız bir “bebek mağazası seferi” sırasında babacığın çok beğendiği bir ayakkabıyı dedecik fark ettirmeden almış. Bayıldım görünce, minicik, yumuşacık, çok ama çok güzel… Bir giysiden çok vitrinlik bir biblo gibi, zaten bizim kitaplığımızın rafında duruyor şimdilik. Onun minik bir çift ayak tarafından giyilebileceğini düşünmek inanılmaz bir şey. Genetik krizimiz sırasında orda olmaları hepimize hüzün verse de, babamın “gelecek, göreceksiniz giyecek ayakkabılarını benim bir tanem” demesi unutulacak gibi değil. Neyse ki iyi sonuçlandı. Ardanın ilk ayakkabıların babamın arabasının aynasında asılı, sanırım bu kırmızı küçük şeyler için de böyle bir planı var, nasıl isterse…
 
Bu aylar artık hamileliğe iyice alıştım, ara sıra ben unutsam da insanlar sıklıkla hatırlatıyor. Bizim toplumumuzda böyle bir şey var, aslında güzel. Hamile bir kadın herkesin ilgisini çekiyor, yardım etmek, konuşmak, en azından hatırını sormak istiyorlar. Pek sıra beklemiyorum, asansörlerde, markette, tuvalette, taksi sırasında hep öncelik benim oluyor, insanlar beni tanımasalar da karşılaşınca gülümsüyorlar, yol veriyorlar, yer veriyorlar, ilgi gösterip bebeği soruyorlar. Bir işim olduğunda sorun çıkarmamaya, hatta şartları zorlayarak çözmeye çalışıyorlar. Bir de çok iltifat ediyorlar, en favori olanı da garip ama “ne güzel hamilesiniz, hiç belli olmuyor”… İyi de, niye belli olmaması güzel? Fazla kilo almadığım, hantallaşmadığım için iyi göründüğümü düşünüyorlar ve bunu böyle ifade ediyorlar. “İyi ama kocaman göbeğim var” diyorum, “başka hiçbir şey yok ama” diye cevap veriyorlar, eğleniyorum. Ben de böyle hamileleri görünce hayran olurdum, eskiden. Evet, şanslıyım gerçekten, çok çaba harcamasam da hamilelikten kötü etkilendiğimi söyleyemem, bulantılar, kusmalar, kramplar yaşamadığım gibi vücudum da çok değişmedi, daha zaman var tabi ama şimdilik iyiyim. Altıncı ay bitti, 6 kg kadar tartı aldım, fena gitmiyorum, böyle giderse sonrası da kolay olur gibi görünüyor. Gebelikte alınması gereken kilolar öncesindeki vücut kitle indeksine (BMI) göre hesaplanıyor, benim düşük olduğu için 17-18 kg’a kadar normal kabul edilebilir ama ben 12-15 kg’ın yeterli olduğunu düşünüyorum.  Artık haftada üç gün yürüyorum, fazla kalorili şeyleri yemiyorum, yetiyor zaten, biraz yapısal tabi ki, idare ediyorum...
 


17 Ekim 2012 Çarşamba

Sonbahar

Sonbaharı oldum olası severim, yaz sıcağının, gevşekliğinin bitmesi, yeni bir şeylerin başlaması, havanın hafif serinlemesi, hırkalar, çoraplar beni mutlu eder. Öyle depresif de hissettirmez, bana hep “yeni” şeyleri hatırlatır. Bu yıl biraz daha farklı, yaz zaten anlamından farklıydı, tembellik son safhadaydı ama gevşemekten çok uzaktım, eskisi gibi gezemedim, eğlenemedim, dağıtamadım...

 
Sonbahara geçiş de kendini pek hissettirmedi, aynı rutinimde devam ediyorum. Alışveriş merkezlerindeki mağazalar ancak yazın bittiğini hatırlatıyor, artık ince elbiselerin ve sandaletlerin yerini montlar ve botlar almaya başladı. Gezmek zevkli ama alışveriş ne yazık ki bana çok uzak. Çok beğendiğim için doğumdan sonra, galiba çok sonra, giyebileceğim bir elbise dışında aldığım şeyler sadece hamile elbiseleri, hamile bluzları, hamile pantolonları, hamile çorapları… Zaten pasif bir hayat yaşadığım için çok fazla şeye ihtiyacım da olmuyor. Kışlık bebek giysileri de çok güzel, özellikle kadife elbiseler çok şık, gelecek yıl kızımı da onların içinde görebilecek olma fikri aklımı çeliyor…


Sonbahar güzelliğinin yanında hastalık açısından da önemli bir mevsim, viral enfeksiyonlarda  artış oluyor. Hava değişimlerinin insanların bağışıklık sistemlerini zayıflatması ve kapalı alanlarda kalabalık halde bulunma enfeksiyonların yayılımını kolaylaştırıyor. Gebelik de geçirilen tüm enfeksiyonlar bebeği doğrudan etkilemiyor ama annenin daha kolay hasta olması ve ağır geçirmesi olasıdır. Temizlik ve hijyen kurallarına daha fazla özen göstermek ve grip aşısını yaptırmak gerekli, ilk trimesterdan sonra gebelere yapılabiliyor. Önlemlere rağmen gribal enfeksiyon alan gebelerin 48 saat içinde belirtilerinde düzelme olmaması veya ateşin 38 derecenin üzerine çıkması gibi durumlarda mutlaka bir doktora görünmeleri ve gerekli tedaviyi almaları önemlidir. Genellikle Parasetamol gibi rahatlatıcı ilaçların kullanılması, bol sıvı alınması, istirahat edilmesi, burun tıkanıklığı olduğu takdirde serum fizyolojik spreylerinin kullanılması ile düzelme olması beklenir.


Kızamıkçık ve suçiçeği gibi enfeksiyonlarda bu dönemde artış gösterir, aşılanmamış çocuklar hastalığı kapabilir ve bulaştırabilir.  Gebelerin özellikle ateşli ve döküntülü çocuklar ile temas etmemeleri ve aynı ortamı paylaşmamaları çok önemlidir.  Evinde ateşli veya döküntülü çocuğu olan arkadaş veya akrabalarını ziyaret etmemeleri veya onların ziyaretini kabul etmemeleri de önerilir. Bu enfeksiyonları gebeliğin erken dönemlerinde alınması bebekte anomali riskini artırdığından takip eden hekimden mutlaka danışmanlık alınmalıdır.

 
Önümüzdeki hafta bayram tatilini fırsat bilerek küçük bir kaçamak yapmayı planlıyoruz, kızımızdan önce “son” olacak gibi görünüyor, bir de YDUS için Ankara seferi planımız var ama o pek kaçamak sayılmaz. Biraz uzaklaşmak, gevşemek, rahatlamak iyi gelecek, annemler ve Ardacık da bizimle olacak, onunla zaman geçirmeyi de çok istiyorum, zaten bizden uzakta büyüdü, çok şey kaçırdık, şimdi de onun okulu, okula yeni başladığı için sık hastalanması ve benim enfeksiyon çekincelerim yüzünden görüşemiyoruz. Çocuğun aklında bir “teyze” kavramı var ama çok da net değil bu yüzden. Kısaca, bu aralar “duruyorum”, tam sonbahara uygun. Günleri, haftaları saymakla geçiyor zamanım, tarih yaklaştıkça heyecanım da, korkum da artıyor, bekliyorum.


13 Ekim 2012 Cumartesi

İçimde biri dans ediyor…


Pediatrist olsam da ben anaç biri değilim, çığlık atarak sevmem çocukları, pek öyle “çocuğum olsun” hayalleri de kurmazdım. Hamile olmak fikri beni korkuturdu, karnımda bir canlı olması, hareket etmesi fikri sevimli değil ürkütücü gelirdi. Otuz yıldan fazla süredir sadece bana ait olan bu bedende misafir ağırlamak, 9 ay kadar beraber yaşamak, tuhaf duygular hissettiriyordu, korkutuyordu. Etrafımda sürekli çocuklar olduğu için erteledim zaten çocuk sahibi olmayı…

Şimdi 26. haftadayız, gebeliğimin ilk dönemlerinde bu hareket hissetme olayını çok düşünmemiştim, 18. haftadan sonra kafama takılmaya başladı, hem merak ettim, hem de bebeğimin hareketlerinin onun iyi olduğunu gösterdiğini bildiğim için sabırsızlandım. Çevremdekiler hareketlerini hatta tekmelerini sordukça endişelenmeye başladım. Neyse ki doktorum 22. haftaya kadar pek hissetmeyeceğimi ama sonra hissetmem gerektiğini söyledi ve 22. hafta bitince kıpırtıları farketmeye başladım. İlk günlerde “acaba hareket mi etti, benim nabzım mı?” diye düşünerek geçti, sonra genetik sonuçlarını beklerken o hareketlerin beni üzdüğü bile oldu. Şimdi ise hayatım bu hareketlerin üzerine kurulu resmen… Hareket hissettiysem mutluyum, hissetmezsem endişeli, sürekli dikkat kesilmiş durumdayım, uyanınca aklıma ilk gelen bu oluyor ve o ilk hareketle yumuşuyorum, gevşiyorum, mutlu oluyorum… Bazen minik kıpırtılar, bazen güçlü tekmeler, çalkantılar; arada sanırım zıplıyor, çünkü 730 gramlık bir cücenin beni bu kadar sarsmasına inanamıyorum. Pelvis tabanına vurduğunda sanırım, tüm karnım sarsılıyor. Henüz ağrı ya da acı oluşturmuyor, sadece çok eğlenceli. Keyfi yerindeyse coşuyor, arka arkaya birçok hareket, resmen içimde dans ediyor, göbeğimden izlenebiliyor bile, çok ilginç ama bir o kadar da harika bir duygu.  Bu aralar klasik müzik dinliyorum kitap okurken, bu onu sakinleştiriyor, hareketler yumuşuyor gibi geliyor bana, eğleniyoruz birlikte...

Annenin bebek hareketlerini hissetmesi önemli, bebeğin “iyi olduğunu” gösteren bir belirteç. Sürekli takip etmek zor tabi, açlık, yorgunluk, uykusuzluk gibi faktörler hareketlerin azalmasına sebep oluyor. Azaldığı hissedildiğinde bir şeyler yiyip sessiz bir odada bir süre dinlenmek gerekiyor. İki-üç saatte on hareket, en azından 4-5 güçlü hareket hissedilmezse bebeğin iyi olduğunu kontrol ettirmek için hastaneye başvurmak gerekiyor. Nadir görülen bazı nöromüsküler (sinir kas sistemleri ile ilgili) hastalıklarda ise anne karnında bebek hareketleri göreceli olarak daha az hissedilebiliyor. Son aylarda uterus içindeki alan daraldığı için hareketlerde bir azalma gözlenmesi normal bir durum elbette. Tüm bu faktörler de benim çılgınca “hareket” peşinde olmama sebep oluyor, bir süre daha böyleyiz, şu anda aramızdaki tek iletişim bu… Doğduktan sonra bebeğinin karnında olmasını, hareketlerini özlediğini söyleyen arkadaşlarım oldu, sanki bana onun yanında olmasının güzelliği bunu aratmaz gibi geliyor ama bakalım, umarım göreceğim. Şimdilik bu şekilde iletişim kurmaya devam edeceğiz…

8 Ekim 2012 Pazartesi

Şeker şeyler

Testlerin sonuna yaklaşıyorum, bu gün şeker yüklemeyi de yaptık. Gestasyonel diyabet riski olan biriyim, ailemde Tip 2 DM var, açlık şekerlerimin yüksek seyrettiği bir dönem olmuştu, Endokrinoloji rotasyonumda OGTT yapmıştım, bir sıkıntı yoktu ama riskli grupta sayılırım.
Sabah kontrolüme daha iyi gittim, Suat Bey geçen haftaki panik halim yüzünden beni rahatlatmak için çaba harcadı, tabi çok pozitif biri olmadığı için “bebek iyi ama her şeyi önceden bilemeyiz, otizm gibi tahmin edilemeyen, genetik tanısı bilinmeyen hastalıklar da var sonuçta” tarzında ki yaklaşımı beni daha çok düşündürecek yönde etkiye de sahipti ama sonuçta iyiyim. Ultrason kontrolümde sıkıntı yoktu, kızım iyi gelişmeye devam ediyor, bacağını tam karnıma dayamış pozisyondaydı, her an tekme atabileceğini, şu anda değil ama biraz daha büyüdüğünde bunun ağrıya sebep olabileceğini söyledi doktorum. Onun yapabileceği ağrı beni hiç endişelendirmiyor. 25. haftamız bitmek üzere olduğu için OGTT’yi de bu hafta yapmak istedi, yanında idrar, hemogram ve HbA1c de ekledi, ben de kan alınmışken Toxo da görmek istedim. OGTT çok da kötü bir şey değil, anlatıldığı gibi, ben daha önce limonsuz içmiştim, hem de serum içtiğimden miktarı da fazlaydı, öyle daha rahatsız edici, bu günkü büyük bir bardak kalitesiz limonata gibiydi, beklerken de kitap okuduğum için çok sıkılmadım ama kitap şart, ya da oyalanacak bir şeyler, yanımda olmadığı için hastane ile aynı binadaki AVM’deki kitapçıya gitmek durumunda kaldım. İki saat böylelikle geçti, 0, 1 ve 2. saatlerde kan verdim ve bitti. Bu arada benim riskim olduğu için 75 gr glukoz ile OGTT yapıldı, yoksa bu kadar bile zor değil.

Test sonrasında biraz AVM dolaşıp eve geldim, sonuçlarım çıkmıştı bile, diyabetle ilgili bir sıkıntım yok, hemogramım da beni idare eder, neyse ki Toxoplazma hala negatif, sadece şüpheli bir idrar yolu enfeksiyonum var, belki onun için basit bir tedavi gerekir. Kendimi çok hafiflemiş hissediyorum, umarım bu bana bir süre gider…

50 gr glukoz yükleme testi - 100gr oral glukoz testi (Şekerli Su Testi)

24-28. haftalar arasında gestasyonel diyabet (gebelikte ortaya çıkan şeker hastalığı) taraması amacıyla 50 gr glukoz yükleme testi yapılır. Test aç veya tok olarak uygulanabilir. Test aşırı obezite, iri bebek öyküsü, birinci derece akrabalarda veya daha önceki gebeliklerde gestasyonel diyabet öyküsü gibi risk faktörlerinin varlığı durumunda daha erken dönemde, ilk muayenede yapılmalıdır. Bu risk faktörlerini taşıyan gebelerde, test sonuçları normal bile olsa 24-28. haftalarda tekrar edilmelidir.
50 gr glukoz yükleme test sonucu 140’dan yüksekse 3 saatlik 100 gr oral glukoz testi yapılır. OGTT için gebe üç gün 300gr karbohidrat içeren beslenme programına alınır. Kişi bu dönemde normal günlük aktivitesine devam etmelidir. Üçüncü gün akşamından sonra 12 saatlik açlığı takiben sabah, 0. dakika kanı alındıktan sonra 100gr glukoz 5 dakika içinde içilir. Daha sonra birinci, ikinci ve üçüncü saatlerde glukoz (kan şekeri) için kan örneği alınır.
Açlıkta > 95 mg/dl
1.saattte> 180 mg/dl
2.saatte> 155 mg/dl
3.saatte> 140 mg/dl

Buradaki 4 değerden 2 veya daha fazlası anormal ise gestasyonel diyabet tanısı konulur. Tek değerin yüksek olması durumunda ise testin bir ay sonra tekrar edilmesi önerilir. 50 gram şeker yükleme test sonucunun 190 mg/dl’den yüksek olduğu durumlarda 100gr OGTT yapılmasına gerek kalmadan açlık glukoz düzeyine bakılması yeterli olacaktır. Eğer açlık kan glukozu 95mg/dl’nin üzerinde tespit edilirse gebe gestasyonel diyabet olarak değerlendirilerek tedaviye başlanılır.

6 Ekim 2012 Cumartesi

İnv(10)

Kabus dolu günler yaşadım. Bir hafta önce, tam da bebeğimize oda takımı bakmaya giderken, genetik tanı merkezinden gelen telefonla başladı, “bebeğinizin kromozom kırığı mevcut, ailesel olabilir, araştırmalıyız, sizden kan almamız gerekiyor”, dağıldık tabi ki biz… Biz de çıkarsa masum ama ya çıkmazsa? Tüm hafta bu ihtimalleri düşünerek ve okuyarak geçti, genetikle aram zaten iyi değildi, nefret ettim. İnversiyonun daha masum olduğunu, translokasyon olduğunda anomali ihtimalinin daha yüksek olduğunu, kromozom kırıklıklarının genelde ailesel olduğunu ve daha bir çok ayrıntıyı öğrendim. Okuduklarım bir gün içimi rahatlatırken, diğer gün depresyona sürükledi. Tanıdığımız tüm kadın doğumcuları ve genetikçileri aradık, genetikçiler katıydı, tahliye ihtimaline kadar gittiler; kadın doğumcular çok rahattı, önemsemediler… Çok zor günlerdi, kızımızı kaybetme ihtimalini düşünmek bizi çok zorladı, bilmesek, doktor olmasak her şey daha kolay olurdu, doktorumuza inanıp önemsemezdik ama ihtimalleri göz ardı edemedik…

 
 
Dün akşam her şey bitti, inversiyon taşıyıcısı olduğumu öğrendim, kızıma benden geçmişti ve bir önemi yoktu. Bu sabah genetik tanı merkezine gidip hocayla konuştum, ailesel olduğunu, dengeli bir geçiş olduğunu, bir sıkıntı yaratmayacağını, başka bir bebek düşünsek bile ek bir önlem almamız gerekmediğini öğrendim. Rahatladım, mutlu oldum, kurtuldum… Ayhan’la bu günü yeniden bebek mağazaları gezerek geçirdik ve tabi kızımızın varlığına şükrederek…